4 Mart 2017 Cumartesi

Gülsin Onay - Fazıl Say Savaşları...

Değerli sanatseverler,

Bu yazım, halkımız için önem teşkil eden iki sanatçının sanatsever insanlarımızın zihinlerini fazlasıyla meşgul eden üzücü tartışması ile ilgili olacak.

Ülkemizdeki müzik eleştirisinin indiği düşük seviyeyi vurgulamak amacıyla çıktığım bu bilgi yolculuğunda, kişilerin müzik dışı görüşlerini tartışmak veya eleştirmek gibi bir amaca asla yer vermemem gerekir. Ancak son günlerde -hatta son yıllarda demeliyim- sosyal medyanın etkin kullanımının da etkisiyle öyle üzücü, öyle gereksiz, öyle amaçsız tartışmalara ve kavgalara şahit olmaktayız ki…

Böyle bir yazı yazarak amacımdan saptığımı düşünebilirsiniz.

Korkmayınız.

Beni yolumdan ve amacımdan saptırmak, siz değerli sanatseverler alnında aydınlanmanın parlak ışığını hissettiği sürece mümkün değildir.

Bu yazıyı yazma amacım, sadece duyduğum derin rahatsızlık ve endişedir.

Tüm sosyal medyada, sanat mecralarında ve konser kulislerinde günlerdir konuşulan tek bir konu var: Gülsin Onay - Fazıl Say Savaşı…

İki sanatçının en önemli ortak özelliği, sosyal medyayı yoğun şekilde kullanıyor olmaları. Tepkilerini, duygu ve düşüncelerini bu mecradan duyurmak konusunda oldukça etkinler.

Haliyle bir takım iş kazaları da olmuyor değil. Yanlış anlaşılmalar, amacından sapan tartışmalar, hakarete varan üstünlük savaşları… Bu mücadelelerin ortak özelliği ise kesinlikle öğretici, yol gösterici ve aydınlatıcı bir sonuç çıkmıyor oluşu. Zaten bu zihniyetle çıkmasına imkân da yok.

Bakınız; bu ülke, en büyük derdi çöp ithal edememek olan bir huzur memleketi veya bütçesi yüksek meblağda ‘artı’ verince paranın nereye harcanacağı konusunda senatörlerin kavgaya tutuştuğu bir refah ülkesi değil. Ne acıdır ki, ülkemiz ile ilgili insanlık ve değer yargıları konusunda sürekli eksiye düşen bir bütçe ve insanların zihinlerine enjekte edilen yoğun bir çöp ihracından bahsedebiliriz.

Halkın “öncü” olarak nitelediği sanatçıların bu sürtüşmeleri, aydınlık bir geleceğe inanmış sanatsever insanlarımızı ciddi anlamda üzüyor. Halk için örnek teşkil edip birleştirici unsur olacağı yerde birbiriyle sürtüşmeyi seçen sanatçıların çöp ihracını artırıp bütçeye fazladan bir eksi eklemekten başka hiçbir fayda sağlamadıkları da maalesef ortada. Hali hazırda her konuda bölünmüş olan insanlarımızın bir Gülsin-Fazıl diye bölünmediği kalmıştı, maalesef o da oldu.

Buradaki mesele sanatçıların emekleri ve çalışmaları değil, takındıkları tavırdır. Çünkü konumuz müzik ile alakalı değil. Bir ay içerisinde sekiz konsere çıkabilirsiniz, on yıl içerisinde üç yüzden fazla resital vermiş olabilirsiniz, onlarca çalıştay düzenlemiş, yüzlerce festival konserinde yer almış olabilirsiniz, ödüllerinizin ve aldığınız onur madalyalarının sayısını unutmuş bile olabilirsiniz… Geçiniz.

Bu ülkenin insanlarının şu an ihtiyacı olan şey ne yalnızlığın kederi ne de Chopin’in papatya notaları’dır. Tek ihtiyacımız vardır: uzlaşı, sağduyu ve saygı. Büyük bir uzlaşının ateşini de sadece ve sadece aydınlanmanın öncüsü olan sanatçılar yakabilir.
Amacım kimseyi suçlamak veya tartışmayı alevlendirmek değil. Bu konuda hevesi olan bir takım palyaço yamağı kişiler, yazıyı burada bırakıp aymaz hayatlarına devam edebilirler.

Fazıl Say’ın dili sivri, kalemi de keskindir. Tepkilerinde genelde haklıdır; adaletsizliğe, kör göze parmaklara, haksızlıklara karşı asla susmamıştır. Tepkisini -zaman zaman aşırıya kaçsa da- mutlaka dile getirmiştir. En büyük problem de burada başlar; kendini asla yeterli ve doğru şekilde ifade edememiştir. Haksızlıklar büyük, sorunlar da derin olunca siz değil öfkeniz dile gelmeye başlar, kaldı ki haksızlıklara karşı öfkelenmeyenin de kalbinden kuşkusuz şüphe etmelidir. Ancak bu öfkeyi ister istemez şahıslara yönelttiğiniz an başka bir boyuta geçiş yapmış olursunuz. Silahsızlığı savunurken bir de bakmışsınız silahın ta kendisi olup çıkıvermişsiniz...

Bu bahsettiğim, aslında basit bir seçimden ibarettir. Ya öfkeyle haklı bir ateş saçıp kuruya yaşı da katarak her şeyi yakıp kavuracaksınız ya da o ateşle demiri döverek ona şekil vereceksiniz… Seçim sizindir.

Gülsin Onay’ın en çok eleştirildiği nokta, işte tam da bu öfkenin merkezinde yatıyor: tepkisizlik… Tepkisini pek yüksek bir hacim ile ortaya koymadığından olsa gerek, kendisi yüzlerce eleştiri okunun hedefi haline gelmiş durumda. Açıkçası bu duruma geniş bir yelpazeden bakmaya gerek yoktur, Gülsin Onay Türkiye Cumhuriyeti devlet sanatçısıdır. Bu bağlamda eleştirilerin doğruluk payı tartışmaya açıktır: bir devlet sanatçısı, sesini belki de en yüksek seviyede duyurması gereken kişidir, sanatıyla halkını temsil eder ve devletine yol gösterir. Yüksek mercilere doğrudan eleştiri ve sağduyu çağrısı yapabilecek yegâne insandır.

Ancak susmak da bir seçimdir, doğruluğu veya yanlışlığı tartışılır. Yanlış koşullar doğru kararlardan daha baskın hale geldiğinde göstergeler değişmeye başlar: batan geminin duvarlarına çiçek resimleri çizmek veya zamanında çıkarılmamış tek bir tanecik haklı ses yüzünden mutlak bir sessizliğe mahkûm ve belki de razı olmak…

Bunların her biri, durum ne denli çaresiz ve korkunç da olsa, birer seçimdir. Seçimler eleştirilmediği sürece seçim olmaktan çıkar, mutlakıyete dönüşür.

Ancak işin içerisine para ve siyaset girdiği an her şey çirkinleşir.

Eleştiri, kişilerin aldığı maaşları ve siyasi eğilimleri üzerinden yapıldığı an kalite düşer, asıl dikkat çekilmesi gereken noktadan ve doğruluktan sapılır. Kontrolsüz ateşiniz elinizdeyken bir anda haklıyken haksız duruma düşersiniz. Sırf bulunduğunuz mevki itibariyle büyük haksızlıklara ses çıkarıp mücadele etmediğiniz zaman ise yine gerçek ve doğru amacınızdan sapmış olursunuz. Göreviniz yol göstermek iken susarsanız, araç kaza yaptığında çıkan ses sadece çığlıklar olacaktır. Zamansız suskunluk ile köprü olmayı umarken aniden hedef konumuna gelirsiniz.

Gerçek sanatçının tek bir seçimi olmalıdır; aydınlatmak. Halk, sanatçısına kendisini aydınlatması ve bu aydınlığı daha ileri taşıması için harıl harıl yanan bir meşale verir. Sanatçı bu meşaleyi kendi meslektaşına karşı bir silah olarak kullanır ise gerçek ve doğru amacından sapmış olur, emanete suiistimal gerçekleşir. Bir sanatçı olarak amacınız aydınlatmak ve bu kutsal ışığı taşımaktır, etrafı ateşe vermek değildir. Alnında ışığı hissetmek ile kafatasının alevle kavrulması aynı şeyler değildir, gerçek sanatçının bunu ayırt etmesi gerekir. Kaldı ki, gerçek sanatçının, zamanında yakılmayan ateşin ışığının da çabucak söneceğini iyi bilmesi gerekir.

Geminin batmasını, duvarlarına çiçek resimleri çizerek veya ateşle delikleri dağlayarak engelleyemezsiniz. Yapacağınız şey basittir: ele ele verip o delikleri tıkarsınız. Muhtaç olduğunuz kudret, size büyük bir değer yüklemiş olan halkınızın size emanet ettiği meşalede mevcuttur.

Unutmayınız, hor gördüğünüz her bir mum kendi dibini aydınlatsa, karanlıktan eser kalmazdı.

Sağduyulu ve kardeşçe bir hafta dileğiyle…

Muzaffer Musıkioğlu

2 yorum:

  1. Çok doğru ve güzel yazmışsınız, kutlarım.

    YanıtlaSil
  2. Emekleriniz icin tesekkur ederim.
    -Emre Kartari

    YanıtlaSil