Değerli sanatseverler,
Bu yazım, halkımız için
önem teşkil eden iki sanatçının sanatsever insanlarımızın zihinlerini fazlasıyla
meşgul eden üzücü tartışması ile ilgili olacak.
Ülkemizdeki müzik
eleştirisinin indiği düşük seviyeyi vurgulamak amacıyla çıktığım bu bilgi
yolculuğunda, kişilerin müzik dışı görüşlerini tartışmak veya eleştirmek gibi
bir amaca asla yer vermemem gerekir. Ancak son günlerde -hatta son
yıllarda demeliyim- sosyal medyanın etkin kullanımının da etkisiyle öyle üzücü,
öyle gereksiz, öyle amaçsız tartışmalara ve kavgalara şahit olmaktayız ki…
Böyle bir yazı yazarak amacımdan
saptığımı düşünebilirsiniz.
Korkmayınız.
Beni yolumdan ve amacımdan
saptırmak, siz değerli sanatseverler alnında aydınlanmanın parlak ışığını
hissettiği sürece mümkün değildir.
Bu yazıyı yazma amacım, sadece duyduğum
derin rahatsızlık ve endişedir.
Tüm sosyal medyada, sanat
mecralarında ve konser kulislerinde günlerdir konuşulan tek bir konu var: Gülsin Onay - Fazıl Say Savaşı…
İki sanatçının en önemli
ortak özelliği, sosyal medyayı yoğun şekilde kullanıyor olmaları. Tepkilerini,
duygu ve düşüncelerini bu mecradan duyurmak konusunda oldukça etkinler.
Haliyle bir takım iş
kazaları da olmuyor değil. Yanlış anlaşılmalar, amacından sapan tartışmalar,
hakarete varan üstünlük savaşları… Bu mücadelelerin ortak özelliği ise
kesinlikle öğretici, yol gösterici ve aydınlatıcı bir sonuç çıkmıyor oluşu. Zaten
bu zihniyetle çıkmasına imkân da yok.
Bakınız; bu ülke, en büyük
derdi çöp ithal edememek olan bir huzur memleketi veya bütçesi yüksek meblağda ‘artı’
verince paranın nereye harcanacağı konusunda senatörlerin kavgaya tutuştuğu bir
refah ülkesi değil. Ne acıdır ki, ülkemiz ile ilgili insanlık ve değer
yargıları konusunda sürekli eksiye düşen bir bütçe ve insanların zihinlerine
enjekte edilen yoğun bir çöp ihracından bahsedebiliriz.
Halkın “öncü” olarak
nitelediği sanatçıların bu sürtüşmeleri, aydınlık bir geleceğe inanmış
sanatsever insanlarımızı ciddi anlamda üzüyor. Halk için örnek teşkil edip
birleştirici unsur olacağı yerde birbiriyle sürtüşmeyi seçen sanatçıların çöp
ihracını artırıp bütçeye fazladan bir eksi eklemekten başka hiçbir fayda
sağlamadıkları da maalesef ortada. Hali hazırda her konuda bölünmüş olan
insanlarımızın bir Gülsin-Fazıl diye bölünmediği kalmıştı, maalesef o da oldu.
Buradaki mesele
sanatçıların emekleri ve çalışmaları değil, takındıkları tavırdır. Çünkü
konumuz müzik ile alakalı değil. Bir ay içerisinde sekiz konsere çıkabilirsiniz,
on yıl içerisinde üç yüzden fazla resital vermiş olabilirsiniz, onlarca
çalıştay düzenlemiş, yüzlerce festival konserinde yer almış olabilirsiniz,
ödüllerinizin ve aldığınız onur madalyalarının sayısını unutmuş bile
olabilirsiniz… Geçiniz.
Bu ülkenin insanlarının şu
an ihtiyacı olan şey ne yalnızlığın
kederi ne de Chopin’in papatya
notaları’dır. Tek ihtiyacımız vardır:
uzlaşı, sağduyu ve saygı. Büyük bir uzlaşının ateşini de sadece ve sadece
aydınlanmanın öncüsü olan sanatçılar yakabilir.
Amacım kimseyi suçlamak
veya tartışmayı alevlendirmek değil. Bu konuda hevesi olan bir takım palyaço
yamağı kişiler, yazıyı burada bırakıp aymaz hayatlarına devam edebilirler.
Fazıl
Say’ın
dili sivri, kalemi de keskindir. Tepkilerinde genelde haklıdır; adaletsizliğe, kör
göze parmaklara, haksızlıklara karşı asla susmamıştır. Tepkisini -zaman zaman aşırıya kaçsa da- mutlaka
dile getirmiştir. En büyük problem de burada başlar; kendini asla yeterli ve doğru şekilde ifade edememiştir. Haksızlıklar
büyük, sorunlar da derin olunca siz değil öfkeniz dile gelmeye başlar, kaldı ki
haksızlıklara karşı öfkelenmeyenin de kalbinden kuşkusuz şüphe etmelidir. Ancak
bu öfkeyi ister istemez şahıslara yönelttiğiniz an başka bir boyuta geçiş
yapmış olursunuz. Silahsızlığı savunurken bir de bakmışsınız silahın ta kendisi
olup çıkıvermişsiniz...
Bu bahsettiğim, aslında
basit bir seçimden ibarettir. Ya öfkeyle haklı bir ateş saçıp kuruya yaşı da
katarak her şeyi yakıp kavuracaksınız ya da o ateşle demiri döverek ona şekil
vereceksiniz… Seçim sizindir.
Gülsin
Onay’ın
en çok eleştirildiği nokta, işte tam da bu öfkenin merkezinde yatıyor: tepkisizlik… Tepkisini pek yüksek bir
hacim ile ortaya koymadığından olsa gerek, kendisi yüzlerce eleştiri okunun
hedefi haline gelmiş durumda. Açıkçası bu duruma geniş bir yelpazeden bakmaya
gerek yoktur, Gülsin Onay Türkiye Cumhuriyeti devlet sanatçısıdır. Bu bağlamda
eleştirilerin doğruluk payı tartışmaya açıktır: bir devlet sanatçısı, sesini
belki de en yüksek seviyede duyurması gereken kişidir, sanatıyla halkını temsil
eder ve devletine yol gösterir. Yüksek mercilere doğrudan eleştiri ve sağduyu
çağrısı yapabilecek yegâne insandır.
Ancak susmak da bir
seçimdir, doğruluğu veya yanlışlığı tartışılır. Yanlış koşullar doğru kararlardan
daha baskın hale geldiğinde göstergeler değişmeye başlar: batan geminin
duvarlarına çiçek resimleri çizmek veya zamanında çıkarılmamış tek bir tanecik haklı
ses yüzünden mutlak bir sessizliğe mahkûm ve belki de razı olmak…
Bunların her biri, durum ne
denli çaresiz ve korkunç da olsa, birer seçimdir. Seçimler eleştirilmediği
sürece seçim olmaktan çıkar, mutlakıyete dönüşür.
Ancak
işin içerisine para ve siyaset girdiği an her şey çirkinleşir.
Eleştiri, kişilerin aldığı
maaşları ve siyasi eğilimleri üzerinden yapıldığı an kalite düşer, asıl dikkat
çekilmesi gereken noktadan ve doğruluktan sapılır. Kontrolsüz ateşiniz
elinizdeyken bir anda haklıyken haksız duruma düşersiniz. Sırf bulunduğunuz
mevki itibariyle büyük haksızlıklara ses çıkarıp mücadele etmediğiniz zaman ise
yine gerçek ve doğru amacınızdan sapmış olursunuz. Göreviniz yol göstermek iken
susarsanız, araç kaza yaptığında çıkan ses sadece çığlıklar olacaktır. Zamansız
suskunluk ile köprü olmayı umarken aniden hedef konumuna gelirsiniz.
Gerçek sanatçının tek bir
seçimi olmalıdır; aydınlatmak. Halk,
sanatçısına kendisini aydınlatması ve bu aydınlığı daha ileri taşıması için harıl
harıl yanan bir meşale verir. Sanatçı bu meşaleyi kendi meslektaşına karşı bir
silah olarak kullanır ise gerçek ve doğru amacından sapmış olur, emanete
suiistimal gerçekleşir. Bir sanatçı olarak amacınız aydınlatmak ve bu kutsal ışığı
taşımaktır, etrafı ateşe vermek
değildir. Alnında ışığı hissetmek ile kafatasının alevle kavrulması aynı
şeyler değildir, gerçek sanatçının bunu ayırt etmesi gerekir. Kaldı ki, gerçek
sanatçının, zamanında yakılmayan ateşin
ışığının da çabucak söneceğini iyi bilmesi gerekir.
Geminin batmasını, duvarlarına
çiçek resimleri çizerek veya ateşle delikleri dağlayarak engelleyemezsiniz. Yapacağınız
şey basittir: ele ele verip o delikleri tıkarsınız. Muhtaç olduğunuz kudret, size
büyük bir değer yüklemiş olan halkınızın size emanet ettiği meşalede mevcuttur.
Unutmayınız, hor gördüğünüz
her bir mum kendi dibini aydınlatsa, karanlıktan eser kalmazdı.
Sağduyulu ve kardeşçe bir
hafta dileğiyle…
Muzaffer Musıkioğlu
Çok doğru ve güzel yazmışsınız, kutlarım.
YanıtlaSilEmekleriniz icin tesekkur ederim.
YanıtlaSil-Emre Kartari