16 Haziran 2016 Perşembe

Donizetti Klasik(!) Müzik Ödülleri


Değerli sanatseverler,

Yepyeni bir yazı ile hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Her yazımın başında yer verdiğim ritüelimi tekrarlamak isterim; evet, uzun bir ara oldu, bu sebeple beni mazur görünüz.

Son zamanlarda hem sanatçıların hem de sanatseverlerin en çok yakındığı durum, estetik değerlendirme becerimizin ve bu becerinin anahtarı olan sanat kültürümüzün yozlaşıyor olduğu gerçeğidir. Ne yazık ki bir arpa boyu kadar yol bile alamadığımızı, geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleştirilen bir ödül törenine bizzat katılarak, üzülerek deneyimlemiş bulundum.

Bilindiği üzere güzel ülkemizde klasik müzik alanında yayım yapan fazla sayıda süreli yayın bulunmamakta. Bu süreli yayınların arasında belki de en önemlisi ve en kapsamlısı kabul edilen bir dergi, her yıl, müzik tarihimizde çok önemli bir yere sahip olmuş güzide bir besteci ve eğitimcinin adı ile ödüller dağıtıyor: Donizetti. Bu yazıda, söz konusu derginin adını kullanmamayı uygun görüyorum. Aksi takdirde şımarıklığa varan yakınmalar, yersiz alınganlıklar ve hakarete varan akılsız suçlamalar at başı gidecektir. Dürüst olacağım; ne sizlerin ne de benim vaktimiz, böylesi bir israfı kaldıracak denli değersiz değil. Ne tarafıma anlamsızca gönderilen video sitelerinin bağlantılarıyla, ne de sosyal medya vasıtasıyla şahsıma yöneltilen haksız ve bilinçsiz saldırılar ile uğraşamayacağım, af buyurunuz.

Gelelim Donizetti Paşa’nın adıyla başlığı atılan ve ülkemiz yararına çalışan değerli müzikçilerimize dağıtılan ödüllere… Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da adaylar ve verilen ödüller arasındaki bağlantılar elbette zayıftı. Bu durum yıllardır ben başta olmak üzere birçok sanatseverin de ne yazık ki kanıksadığı bir durum. Fakat bu yılın özel bir farkı var benim için; adaylar ve kazananlar beni ciddi anlamda şaşırttı. Neden şaşırdığıma gelince; kanıksadığı şeyler aslında insanı şaşırtmaz, ancak affınıza sığınarak söylemek zorundayım ki, ben uzun bir zamandır böyle bir bilinçsizlik ile karşılaşmadım değerli sanatseverler... Ne desem, nereden başlasam bilemiyorum; bu organizasyon hakkında bilinçsizlik desem amatörlüğün hatırı kalır; amatörlük desem bilgisizliğin boynu bükük! İzninizle ödül dağıtılan belli başlı bazı kategorileri tartışacağım, sözü de fazla uzatmamaya çalışarak.

Öncelikle sunuştan başlayalım: hayır, sunucunun veya dergi editörünün yapmış olduğu konuşmalardan bahsetmiyorum; basına servis edilen metni kastediyorum. Ödüllerin yapılandırmasında değişikliğe gidildiği şu şekilde belirtilmiş:
“Genel algı ve medyanın magazinsel yaklaşımlarından uzak, gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek amacıyla, adayları çok geniş bir jüri heyetine sunup seçim yapılmasını istemek yerine, sanat alanını daha yakından izlemekte olan Donizetti Klasik Müzik Ödülleri Seçici Kurul üyelerinin adayları belirleyip, son seçimi de yapması yoluna gidildi.”
Genel algı’dan kasıt, müzik türlerinin bulamaç edilip ‘Kirlenmiş Bilgi Tarhanası’ olarak sunulması ise, bu metnin gerçeği yansıttığını söylemek olası. Medyanın magazinsel yaklaşımı ile kastedilenin ne olduğu da bu blog’u açma sebeplerimin en başta gelenidir. Bu yazıları ne amaçla yazıyor olduğuma tekrardan dikkatinizi celp etmek zorundayım. Gerçekçi bir değerlendirme tamlaması ise en çok güldüğüm kısım oldu, neden güldüğümü kategoriler halinde açıklayayım.

Yılın Bestecisi: Üç bestecinin aday gösterildiği bu alanda, özellikle adayların neden aday gösterildiğine dair yapılmış olan yetersiz açıklamaların beni çok rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Bir kimseyi spesifik bir alanda ödüllendireceğiniz zaman, bu kişi hele ki bir sanatçı ise, yaratıcılığının stil özelliklerini geniş biçimde kapsayan bir açıklama ile halka ve değerlendirmeye sunmak durumundasınız. Adayın adını okuyan kişinin soracağı ilk soru, her zaman Neden? olur. Bu bağlamda bakarsak: kıtalararası camiada ismini duymayan pek az müzikçinin kaldığı; katıldığı büyük yarışmaların neredeyse tümünden yaratıcılığının yüksek estetik seviyesini gösterecek zarif ve kaliteli eserleriyle ödüller kazanarak dönen Yiğit Kolat’ı, "eserlerinde felsefi bir derinlik bulunması, Türkiye’deki toplumsal olayları da dikkate alarak beste yapması nedeniyle" aday göstermişler. Eserlerinde felsefi derinlik bulunmayan veya toplumsal olayları göz ardı edip bunlardan zerre etkilenmeyerek eser yazabilmiş bir besteci var mıdır veya olmuş mudur dünya yüzünde? Kaldı ki, müzikte nota ve seslerden çok felsefî cümlelerin kullanıldığı bir garip dönemde yaşıyoruz, tınıları bu denli ustaca kullanabilen bir besteciyi bu manasız cümleler ile sunmak, besteciye tek kelime ile saygısızlıktır. Bir başka çalışkan ve üretken besteci Tolga Yayalar’ın aday gösterilmesi beni memnun ettiyse de, adaylık tanımındaki amatörlük göze öyle bir çarpıyor ki, cümlenin sonunu getiremeden kör oluyorsunuz. Yayalar’ın bana göre öne çıkan en önemli yönü, ciddi seviyedeki bilgi derinliğidir. Türkiye’de bu denli bilgi birikimine sahip bir müzikçinin varlığı, farkında olan kişi için çok büyük bir şanstır. Kendisi profesyonel bir besteci, idealist ve başarılı bir eğitimci olarak, umarım bu amatörlükleri mazur görüyordur; zira ben sade bir dinleyici ve takipçi olarak bu denli kalitesizliğe kayıtsız kalamıyorum. Naçizane görüşüme gelince: Yayalar, benimsediği stil çerçevesinde, müzikteki sessizliği ve buna zıt koştuğu şok etkisini en başarılı şekilde kullanabilen bestecilerden biridir. Bu bağlamda, seçici kurulun, bestecinin eserlerini adam akıllı dinleyip üzerine kafa yordukları kanımca şüphelidir. Bir diğer aday Hasan Niyazi Tura’nın adaylık açıklaması ise tam evlere şenlik; eserlerinin orkestralar ile sıkça çalınması, konçertolarının değişik(?!) solist ve orkestraların repertuvarlarına girmesi… Af buyurunuz ancak, bu eserler başka nereye dâhil edilecekti acaba? Ayrıca değişik solist ve orkestralar’dan kasıt nedir? Bu cümleleri kaleme alan kişi, değişik kelimesinin anlamını gerçekten biliyor mu? Yakın zamanda solist Marcis Kulis’ten canlı dinlediğim (takdir edilesi bir çalışma denebilecek olan) Klarinet Konçertosu’nu otantik sazlara sahip bir Barok orkestrası eşliğinde Hüsnü Şenlendirici beyefendi icra ettiyse ve benim haberim olmadıysa, bilemem. Bakınız: bir editörün kalem kâğıdına en yakın duran cisim bir sözlük olmalıdır, sosyal medya zırvalarıyla ikide bir titreşen bir cep telefonu değil. Editör dediğimiz yazın alanında uzman kişinin kelimelerin anlamlarını doğru bilmesi ve cümlelerde doğru kullanması gerekir diyeceğim ama bu kısmımızda sözü fazlaca uzattığımı düşünüyorum. Kazanan adaya gelince; Tura, kendini teknik açıdan çok ciddi şekilde geliştirmesi gereken bir besteci. Halk müziği stilindeki ezgileri örnek teşkil ettiği stil sebebiyle parlak olabilir ancak bu ezgileri işleme ve geliştirme konusunda çok ciddi sıkıntıları olduğu su götürmez. Bir konçertonun veya bir oratoryonun bir tür dans veya şarkılar döngüsü olmadığını, bilhassa Şehitler Oratoryosu adlı çalışmasından çıkarımlar yaparak fark etmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bir esere bedenen büyük bir isim verme heveslisi olursanız, bir besteci olarak olumsuz sonuçlarına hayat boyu katlanmak zorunda kalırsınız.

Yılın Piyanisti: En trajikomik kısım diyebilirim. Hatta gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek amacıyla trajik demek, daha yerinde olur. Adaylar: Ayşe Deniz Gökçin, Gökhan Aybulus ve Cem Babacan - Başar Can Kıvrak ikilisi(?!). Babacan ve Kıvrak’ın bir piyano ikilisi olarak aday gösterilmesi başlı başına bir komedi maalesef. Bu iki müzisyeni, çok affedersiniz Kayserili bakkal mantığıyla “araya sıkıştırmak”, açıkçası midemi bulandırdı. Tek kişinin ödül alacağı bir kategoriye, iki yetişkin piyanisti, ikiz kız kardeş olmadıkları halde tek atışta aday olarak göstermek son derece ayıp ve yüzsüzce. Kaldı ki, kanımca pek de uyumlu bir piyano ikilisi olmadıklarını söylemeden edemeyeceğim; zira birbirine zıt ve asla ortak bir noktada birleşemeyecek bir müzikal anlayış içerisinde olduklarını düşünüyorum. Geçtiğimiz aylarda Antalya’da dinleme şansı bulduğum Mozart ikili konçerto yorumlarında da fikrimden kesin bir şekilde emin olduğumu belirteyim; tamamen farklı duyguların eseri olan iki muhtelif tuşe ve tını ile sürekli bir piyano ikilisi olmalarının çok zor, hatta imkânsız olduğunu söylemek zorundayım. Bu uyumsuzluk, özellikle de Babacan’ın bestelemiş olduğu birinci bölüm kadansında, yanlış tempo seçimi ve ikili arasındaki korkunç nüans uyumsuzluğu ile zirve yaptı diyebilirim. Elbette tek bir eseri dinlemekle kesin bir yargıya varmak doğru değildir ancak sanatsal algı, uyuşumsuzluklar tavan bir değer gösterdiği takdirde bu tür kesin değerlendirmelere müsaade etmektedir. İki meslektaşın belki de kendilerini geliştirmek amaçlı gerçekleştirdiği bir kaç etkinliği en uygunsuz şekilde kuyruğundan yakalayıp bu kategorideki tek kişilik ödüle aday göstermek gerçekten çok komik, çok amatörce ve tek kelimeyle samimiyetsiz. Keşke piyanistlerden özür dilenseydi veya bu iki piyanistimiz yerinde bir tepki ile bu sevimsizliği bir şekilde önleselerdi diye düşünüp durdum. Heyhat, mevcut müzik camiasının belki de tehditkâr kurallarının bir kez daha devreye girmiş olduğu konusunda şüpheye düşmekten başka elden gelen bir şey yok. Diğer aday Gökhan Aybulus’un da konserlerde sıkça yer alan bir müzikçi olduğunu ülkenin müzikal etkinlik akışını takip eden çoğu kişi bilir. Ancak ödül organizasyonunda bireysel oda müzikçilerini kapsayacak bir alan (doğal olarak) bulunmadığı için Aybulus’un yine aynı bilinçsiz zihniyetle bu alana sıkıştırıldığını düşünüyorum. Seçici kurulun, yurt içinde veya dışında aday gösterilebilecek onca piyanist arasından niçin sayın Aybulus’u seçerek rahatsız etme girişiminde bulunduğuna anlam vermem mümkün değil. Bir diğer aday ve yılın piyanisti ödülünü kucaklayan sayın Ayşe Deniz Gökçin’e gelince… Öncelikle bu yazımızın başlığına esin kaynağı olduğu için kendisine bir teşekkürü borç bilirim. Klasik Müzik Ödülleri başlığıyla gerçekleştirilen bir etkinlikte, yılın piyanisti ödülünün, hafif müzik çalışmalarıyla öne çıkan bir müzikçiye verildiğini anlamak, hangi akla hizmet böyle bir gaflette bulunulduğunu kavrayabilmek adına, belki de seçici kurulun müzikal kültürü idrak etme seviyesini irdelemek veya ölçmek gereklidir. Yılın genç müzisyeni veya özel ödül gibi bir kategori dururken, çabasını ve yaratıcılığını tamamen farklı alanlara yönlendirmiş kişileri aynı torbaya koyar ve ödülü konunun başlığıyla bağlantısı en uzak olan kişiye, yani Gökçin’e, hangi akla hizmet sunabilirsiniz anlamak gerçekten imkânsız. Hatta bilinçsizce ve saygısızca diyebilirim. Burada, diğer iki (pardon, üç) adayı komik duruma düşürmüş olduğunuzun da farkına varmışsınızdır. Bir hafif müzik projesinin klasik müzik ödülleri adı altında sunulan bir etkinlikte solist ödülü alması, amatör liseler arası turnuvalarda bile rastlanmayacak türden bir organizasyon başarısızlığıdır. Ayrıca belirtmem gerekir ki, Gökçin’in bu yeni klasik anlayışının pek de yeni olmadığını bazı kimselere hatırlatmak gereklidir. Zira piyanoyu gerçek anlamda vurmalı bir saz olarak kullanmaya çalışıp, kalburüstü aranje becerileriyle toplamda tümleşik bir dans kompozisyonu elde etmek yenilikse eğer, bu uğurda ter döküp duran çok sayıda insan mevcut. Zamanında Anjelika Akbar’a demediğini bırakmayan kimselerin bu çalışmayı abartılı şekilde ayakta alkışladığını görmenin zaten yeterli olduğu kanısına varıp, konuyu burada kapatmayı bir görev addederim (ki zavallı Akbar, piyanoyu haşince tokatlamak yerine darbuka tokatlatmanın daha uygun olacağını düşünmüştü, bunu da sevimsizce hatırlatayım). 

Yılın Orkestra Şefi: Yine adaylar hakkında yazılmış ipe sapa gelmez açıklamar ile kör edildiğiniz bir başka kategori. Orhun Orhon’un adaylığı için kullanılan “en zor eserlerin bile net vuruşlarıyla üstesinden gelebilmesi” cümlesi bilhassa dikkatimi çekti. Orkestra şefi, öncelikle bir müzisyen olarak, en zor eserlerin üstesinden net vuruşlarıyla değil; başta müzik birikimi, ardından bu birikimi doğru şekilde aktarabilmesi (insan yönetimindeki becerisi) ve en son olarak teknik becerisiyle gelir. Trafikte kaza yapmamanızı sağlayan şey, önce kuralları bilmek, sonrasında da bu kuralları düzgün şekilde uygulayabilmektir. Onca hevesli müzisyenin karşısında trafik canavarı değil, trafik polisi olmak zorundasınız (nedense bu konu gündeme geldiğinde aklıma her daim otomobiller ile ilgili misaller gelmekte, mazur görünüz). Bir diğer aday Alparslan Ertüngealp için yazılan aday açıklaması, bu basın metni rezaletindeki tek düzgün iş olmuş denebilir...di. Kaldı ki bu tek düzgün işi de biz takdir etme fırsatı bulamadan, metrelerce diplerdeki o genel seviyeye çekivermişler. Yiğit Kolat için söylediklerimi tekrarlamak istemiyorum ancak Ertüngealp’in bu toprakların çıkarmış olduğu belki de en başarılı ve becerikli orkestra şefi olduğunu söylemek son derece magazinsel duyulsa da, icra ettiği ustalıklı işlere tanık olan kimselerin bu cümleleri yadırgayacağını düşünmüyorum. Son aday Cem Mansur ise yılın müzik eğitimcisi ödülünü alması gereken bir müzikçimizdir benim gözümde. Gençler ile kol kola yarattığı başarılı etkinlikler ve yıllardır muhteşem bir uyumla sürdürdüğü hevesli gençlik orkestrası ambiyansı, ülkemiz için son derece önemli ve takdirlerin en büyüğünü hak ediyor. Birçok müzik okulu ve konservatuvarın onca yıl başarmaktan aciz kalıp, tam da aksine gençlerimizde nefret dolu bir algı yaratmayı başarabildikleri şu müzisyenlere müziği sevdirerek müzik yaptırma misyonunu başarı ile yerine getirdiğini düşünüyorum sayın Mansur’un, sırf bu yüzden kendilerini içtenlikle kutlarım. Ama bu kategori, yılın müzik eğitimcisi veya sevimli bir teşvik ödülü değil, yılın orkestra şefi başlığını taşıyor. Eğer müzikal beceri, profesyonellik, tecrübe ve bilgi konusunda bir karşılaştırma yapacaksak, bu kategoride diğer iki adayla doğal olarak karşılaştırılamayacak düzeyde tek bir adayın yer aldığı aşikardır. Basit bir soru karşısında paniğe kapılıp dinleyicisini bir takım referanslar ile küstahca cahil yerine koymaya yeltenen orkestra yöneticilerinin hiç de tecrübeli olmadığı; gençlik orkestrası diye gösterilen topluluğun içerisinde gençlerden çok yaşı geçkin müzikçilerin yer almasını sağlayıp gençleri dinleyici tarafına oturtmak(?) gibi sebebi belirsiz ve anlamsız bir uygulama yürüten orkestra yöneticilerinin de hiç ama hiç profesyonel olmadığı kesindir. Küçücük bir orkestra eserinin prömiyeri söz konusu olunca “Eyvah!” demekten utanmayıp, dinleyicilerini ve meslektaşlarını aşağılamakta sakınca görmeyen onca sözde orkestra yöneticisinin yıllar yılı yaşamış olduğu bu toprakların, gün gelip yeni yazılmış bir operanın prömiyerini gencecik yaşında başarıyla sahneleyen yetenekli şefleri de takdir edeceği günü göreceğimize inanıyorum. Zavallı Donizetti Paşa'yı bilemiyorum ama hiç olmazsa Mitropoulos’un kemiklerinin sızlamadığına eminim.

Özel Başarı Ödülü: Seçme ve değerlendirme aşamasındaki bu yüksek seviyeli bilinçsizliği toparlayacak tek kategori buydu. Bu kategoride birden fazla ödül (bilhassa bahsetmiş olduğumuz bazı müzikçilerimize) verilmiş olsa, kim bilir belki de bu yazıyı yazmayı düşünmeyecektim bile. Ama bu cankurtaran simidinin nasıl akıl almaz şekilde patlatıldığını, ödülün İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'na verilmesiyle görmüş olduk. Ödülün, ülkemizdeki bütün devlet orkestraları arasında performansıyla, tını kalitesiyle ve müzikseverliğiyle belki de en zayıf halkası olan İDSO’ya hangi amaçla ve hangi düşünceyle verildiğini açıkçası hiç merak etmedim. Edemedim, çünkü hemen hemen her kategori o kadar bilinçsizce ve amatörce organize edilmişti ki, bilhassa bu ödülle ilgili ufacık bir yorum bile yapamıyorum. Tek üzüldüğüm şey, bu enkazı temizlemeye birazcık yardımı dokunabilecek yegâne şeyin, yani tek serbest ödül kategorisinin bu şekilde harcanmasıydı. İDSO’ya söylediklerim için, hemen aklınıza giydiği renk renk fularlarıyla seçkinlik ve sanatseverlik saçarak şu malum gazetede tuhaf yazılar yazmakta olan çok sevgili yarı spor - yarı aktüel köşe yazarımız gelmesin. Benim için son derece ilginç geçen ödül töreni için ise söyleyecek tek bir şey var; o da değerli Tuncay Kurtoğlu'nun izlediğim en iyi performansını gerçekleştirdiği gerçeğidir (elinde cımbız olan aklı evvel heveslileri de uyarayım ki sevap olsun, ironi yapmıyorum). 

Sanatsal estetik algımızın ve değerlendirme becerilerimizin geldiği noktayı görüp, gerçekçi bir değerlendirme yapabilmekten yoksunsanız eğer, diyecek tek bir kelime bile yoktur. Ancak hakkını verecek şekilde gerçekçi bir değerlendirme yapmam gerekirse, inandığınız değerlere yarar değil zarar vermektesiniz, uyarayım. Hatırlayınız; birçok müziksever ve sanatçı, zamanında alanındaki en saygın sanatçılardan merhum Zeki Müren'i ve Yıldırım Gürses'i Klasik Sanat Musikisi'ni yozlaştırdığı ve arabesk müziğin önünü açtığı gerekçesiyle eleştirmiş, suçlamıştı. Bu tartışma hala devam etmektedir. Sorarım sizlere; şu bilinçsizlikle ödül ve prestij dağıtılmaya devam edildiği sürece, elimizde müzik sanatı adına yozlaşmamış ne kalacak? Bir klasik müzik etkinliğinde hafif müziğe solistlik ödülü vermek; sunduğu çalışmaların kalitesi belli olan kişiler arasında kalite ayrımı yapmaksızın hepsini aynı kefeye koyup gerçek estetik değerlendirmenin sınırlarını belirsizleştirerek, bunun doğru olduğuna insanları hatta müzikçileri sırf magazinsel kaygılar yüzünden ikna etmeye çabalamak... Sanılanın aksine, yozlaşma her daim en üst kademelerden başlar ve temele doğru iner. Umarım yanılıyorumdur. Bu konuyu kişisel hırslarımızdan arınarak, ciddi şekilde düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.

Siz değerli okuyuculardan bir çoğu, bu noktaya kadar maalesef öfkeden pembeleşmiş gözlerle ulaştı, bunun farkındayım. Ancak daha önce de defalarca belirtmiş olduğum gibi, sanatçı kişi kendisine yöneltilen her tür eleştiriye karşı tarafsız kalabilmeli ve cesur olmalıdır. Bilhassa müzik eleştirisi yapan insanların amacı aşağılamak değil, yanlışları ve gerçekleri söylemektir. Eleştirmen, eğer söz konusu yanlışlar ilaç tedavisini gerektirecek derecedeyse yapıcı bir üslup kullanılabilir. Ama her yana yayılmış kötü huylu dokulardan bahsediyorsak, cerrahi müdahale şarttır. Bu bağlamda asıl sorgulanması gereken mesele, kimlerin ödülü hak edip etmediği değil, bu bilinçsizliği en saygın ve prestijli ödüller alt başlığıyla kotarmaya çalışan kişilerin saygı ve prestij dediğimiz değerleri gerçekten temsil edip etmedikleridir. Bana göstereceğiniz tepkiler için şimdiden son derece müteşekkirim, ancak bu tepkileri tekrar uzun bir yazı yazmama sebebiyet veren bilinçsiz ve samimiyetsiz algıya yöneltmeniz, ülkemiz sanat yaşamı açısından çok daha yararlı olacaktır. Sonuçta aldığınız ödüller sizleri daha iyi bir müzisyen yapmaya yetmez, sizi iyi bir müzisyen yapan asıl şey müzikal cesaretiniz ve dünya görüşünüzdeki kararlılığınızdır; bunu da, edindiğiniz bilgi birikimini doğru şekilde yorumlayarak başarabilirsiniz. Bu duruşunuz, zaman zaman komik ve utanç verici hatalar yapan kimi seçici kurullara da elbet yol gösterecektir; hatta onların aday gösterdiklerine ve ödül alanlara... Alınmak gücenmek yok değerli arkadaşlar; edindiğiniz kültürü ve bilgiyi doğru kullanmak zorundasınız. Sizler sanatçısınız, silkinerek kendinize geliniz lütfen.

Eklemeden geçemeyeceğim; basın açıklamasında “Bu yıl bale-dans dalına yer vermeyişimizin nedeni, dünyada da genellikle bu dalın, klasik müzikten ayrı bir değerlendirmeye tâbi tutulmasından kaynaklanıyor” cümlesine yer verilmiş. Hafif müzik alanındaki tasnifin de klasik müzikten ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu belirtmek ve hatırlatmak isterim.

Merhum Giuseppe Donizetti'yi (1788-1856) saygıyla anmadan bu yazıyı bitirmek olmaz. Batılı anlamdaki müzik başöğretmenimiz Donizetti ve Batı teknikli müzik tarihimiz ile ilgili yazılmış birçok kaliteli Türkçe kaynağı taramanız ve bu önemli kişilik hakkında bilgi edinmeniz dileğiyle, siz değerli sanatseverlere güzel ve huzurlu bir hafta diliyorum…

Esen kalınız!