Değerli sanatseverler,
Yepyeni bir yazı ile hepinizi saygı ve sevgi ile
selamlıyorum. Her yazımın başında yer verdiğim ritüelimi tekrarlamak isterim;
evet, uzun bir ara oldu, bu sebeple beni mazur görünüz.
Son zamanlarda hem sanatçıların hem de sanatseverlerin
en çok yakındığı durum, estetik değerlendirme becerimizin ve bu becerinin
anahtarı olan sanat kültürümüzün yozlaşıyor olduğu gerçeğidir. Ne yazık ki bir
arpa boyu kadar yol bile alamadığımızı, geçtiğimiz Mayıs ayında
gerçekleştirilen bir ödül törenine bizzat katılarak, üzülerek deneyimlemiş
bulundum.
Bilindiği üzere güzel ülkemizde klasik müzik alanında
yayım yapan fazla sayıda süreli yayın bulunmamakta. Bu süreli yayınların
arasında belki de en önemlisi ve en kapsamlısı kabul edilen bir dergi, her yıl,
müzik tarihimizde çok önemli bir yere sahip olmuş güzide bir besteci ve
eğitimcinin adı ile ödüller dağıtıyor: Donizetti. Bu yazıda, söz konusu derginin adını
kullanmamayı uygun görüyorum. Aksi takdirde şımarıklığa varan yakınmalar, yersiz
alınganlıklar ve hakarete varan akılsız suçlamalar at başı gidecektir. Dürüst olacağım; ne
sizlerin ne de benim vaktimiz, böylesi bir israfı kaldıracak denli değersiz
değil. Ne tarafıma anlamsızca gönderilen video sitelerinin bağlantılarıyla, ne de sosyal
medya vasıtasıyla şahsıma yöneltilen haksız ve bilinçsiz saldırılar ile uğraşamayacağım, af
buyurunuz.
Gelelim Donizetti Paşa’nın adıyla başlığı atılan ve
ülkemiz yararına çalışan değerli müzikçilerimize dağıtılan ödüllere… Geçmiş
yıllarda olduğu gibi bu yıl da adaylar ve verilen ödüller arasındaki
bağlantılar elbette zayıftı. Bu durum yıllardır ben başta olmak üzere birçok
sanatseverin de ne yazık ki kanıksadığı bir durum. Fakat bu yılın özel bir
farkı var benim için; adaylar ve kazananlar beni ciddi anlamda şaşırttı. Neden
şaşırdığıma gelince; kanıksadığı şeyler aslında insanı şaşırtmaz, ancak
affınıza sığınarak söylemek zorundayım ki, ben uzun bir zamandır böyle bir bilinçsizlik ile karşılaşmadım
değerli sanatseverler... Ne desem, nereden başlasam bilemiyorum; bu organizasyon
hakkında bilinçsizlik desem amatörlüğün hatırı kalır; amatörlük desem bilgisizliğin boynu bükük! İzninizle ödül dağıtılan belli başlı bazı kategorileri
tartışacağım, sözü de fazla uzatmamaya çalışarak.
Öncelikle sunuştan başlayalım: hayır, sunucunun veya
dergi editörünün yapmış olduğu konuşmalardan bahsetmiyorum;
basına servis edilen metni kastediyorum. Ödüllerin yapılandırmasında
değişikliğe gidildiği şu şekilde belirtilmiş:
“Genel algı ve medyanın magazinsel yaklaşımlarından uzak, gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek amacıyla, adayları çok geniş bir jüri heyetine sunup seçim yapılmasını istemek yerine, sanat alanını daha yakından izlemekte olan Donizetti Klasik Müzik Ödülleri Seçici Kurul üyelerinin adayları belirleyip, son seçimi de yapması yoluna gidildi.”
Genel algı’dan kasıt, müzik türlerinin bulamaç edilip ‘Kirlenmiş Bilgi Tarhanası’ olarak sunulması ise, bu
metnin gerçeği yansıttığını söylemek olası. Medyanın
magazinsel yaklaşımı ile kastedilenin ne olduğu da bu blog’u
açma sebeplerimin en başta gelenidir. Bu yazıları ne amaçla yazıyor olduğuma
tekrardan dikkatinizi celp etmek zorundayım. Gerçekçi bir değerlendirme tamlaması ise en çok güldüğüm kısım oldu,
neden güldüğümü kategoriler halinde açıklayayım.
Yılın Bestecisi: Üç bestecinin aday gösterildiği bu alanda, özellikle
adayların neden aday gösterildiğine dair yapılmış olan yetersiz açıklamaların beni çok rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Bir kimseyi spesifik bir alanda ödüllendireceğiniz zaman, bu kişi hele ki bir sanatçı ise, yaratıcılığının stil özelliklerini geniş biçimde kapsayan bir açıklama ile halka ve değerlendirmeye sunmak durumundasınız. Adayın adını okuyan kişinin soracağı ilk soru, her zaman Neden? olur. Bu bağlamda bakarsak: kıtalararası camiada ismini
duymayan pek az müzikçinin kaldığı; katıldığı büyük yarışmaların neredeyse tümünden
yaratıcılığının yüksek estetik seviyesini gösterecek zarif ve kaliteli
eserleriyle ödüller kazanarak dönen Yiğit Kolat’ı, "eserlerinde
felsefi bir derinlik bulunması, Türkiye’deki toplumsal olayları da dikkate
alarak beste yapması nedeniyle" aday göstermişler. Eserlerinde felsefi derinlik bulunmayan veya toplumsal olayları göz ardı edip bunlardan zerre etkilenmeyerek eser yazabilmiş bir besteci var mıdır veya olmuş mudur dünya yüzünde? Kaldı ki, müzikte nota ve seslerden
çok felsefî cümlelerin kullanıldığı bir garip dönemde yaşıyoruz, tınıları bu
denli ustaca kullanabilen bir besteciyi bu manasız cümleler ile sunmak, besteciye tek kelime
ile saygısızlıktır. Bir başka çalışkan ve üretken besteci Tolga Yayalar’ın aday gösterilmesi beni
memnun ettiyse de, adaylık tanımındaki amatörlük göze öyle bir çarpıyor ki,
cümlenin sonunu getiremeden kör oluyorsunuz. Yayalar’ın bana göre öne çıkan en
önemli yönü, ciddi seviyedeki bilgi derinliğidir. Türkiye’de bu denli bilgi
birikimine sahip bir müzikçinin varlığı, farkında olan kişi için çok büyük bir
şanstır. Kendisi profesyonel bir besteci, idealist ve başarılı bir eğitimci
olarak, umarım bu amatörlükleri mazur görüyordur; zira ben sade bir dinleyici ve takipçi
olarak bu denli kalitesizliğe kayıtsız kalamıyorum. Naçizane görüşüme gelince:
Yayalar, benimsediği stil çerçevesinde, müzikteki sessizliği ve buna zıt
koştuğu şok etkisini en başarılı şekilde kullanabilen bestecilerden biridir. Bu bağlamda, seçici kurulun, bestecinin eserlerini adam akıllı
dinleyip üzerine kafa yordukları kanımca şüphelidir. Bir diğer aday Hasan
Niyazi Tura’nın adaylık açıklaması ise tam evlere şenlik; eserlerinin orkestralar ile sıkça çalınması, konçertolarının
değişik(?!) solist ve orkestraların repertuvarlarına girmesi… Af buyurunuz
ancak, bu eserler başka nereye dâhil edilecekti acaba? Ayrıca değişik
solist ve orkestralar’dan kasıt nedir? Bu cümleleri kaleme alan kişi, değişik kelimesinin anlamını gerçekten biliyor mu? Yakın zamanda solist Marcis
Kulis’ten canlı dinlediğim (takdir edilesi bir çalışma denebilecek
olan) Klarinet Konçertosu’nu otantik sazlara sahip bir Barok orkestrası eşliğinde Hüsnü
Şenlendirici beyefendi icra ettiyse ve benim haberim olmadıysa, bilemem. Bakınız: bir editörün kalem kâğıdına
en yakın duran cisim bir sözlük olmalıdır, sosyal medya zırvalarıyla ikide bir
titreşen bir cep telefonu değil. Editör dediğimiz yazın alanında uzman kişinin kelimelerin anlamlarını doğru bilmesi ve cümlelerde doğru kullanması gerekir
diyeceğim ama bu kısmımızda sözü fazlaca uzattığımı düşünüyorum. Kazanan adaya gelince; Tura,
kendini teknik açıdan çok ciddi şekilde geliştirmesi gereken bir besteci. Halk
müziği stilindeki ezgileri örnek teşkil ettiği stil sebebiyle parlak olabilir
ancak bu ezgileri işleme ve geliştirme konusunda çok ciddi sıkıntıları olduğu
su götürmez. Bir konçertonun veya bir oratoryonun bir tür dans veya şarkılar
döngüsü olmadığını, bilhassa Şehitler Oratoryosu adlı çalışmasından çıkarımlar
yaparak fark etmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bir esere bedenen büyük bir isim verme heveslisi olursanız, bir besteci
olarak olumsuz sonuçlarına hayat boyu katlanmak zorunda kalırsınız.
Yılın Piyanisti: En trajikomik kısım diyebilirim. Hatta gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek amacıyla
trajik demek, daha yerinde olur.
Adaylar: Ayşe Deniz Gökçin, Gökhan Aybulus ve Cem Babacan - Başar Can Kıvrak
ikilisi(?!). Babacan ve
Kıvrak’ın bir piyano ikilisi olarak aday gösterilmesi başlı başına bir komedi maalesef. Bu iki
müzisyeni, çok affedersiniz Kayserili bakkal mantığıyla “araya sıkıştırmak”,
açıkçası midemi bulandırdı. Tek kişinin ödül alacağı bir kategoriye, iki yetişkin piyanisti, ikiz kız
kardeş olmadıkları halde tek atışta aday olarak göstermek son derece
ayıp ve yüzsüzce. Kaldı ki, kanımca pek de uyumlu bir
piyano ikilisi olmadıklarını söylemeden edemeyeceğim; zira birbirine zıt ve asla
ortak bir noktada birleşemeyecek bir müzikal anlayış içerisinde
olduklarını düşünüyorum. Geçtiğimiz aylarda Antalya’da dinleme şansı bulduğum
Mozart ikili konçerto yorumlarında da fikrimden kesin bir şekilde emin olduğumu belirteyim;
tamamen farklı duyguların eseri olan iki muhtelif tuşe ve tını ile sürekli bir
piyano ikilisi olmalarının çok zor, hatta imkânsız olduğunu söylemek zorundayım. Bu uyumsuzluk, özellikle de Babacan’ın bestelemiş
olduğu birinci bölüm kadansında, yanlış tempo seçimi ve ikili arasındaki korkunç nüans uyumsuzluğu ile zirve yaptı diyebilirim. Elbette tek bir eseri
dinlemekle kesin bir yargıya varmak doğru değildir ancak sanatsal algı,
uyuşumsuzluklar tavan bir değer gösterdiği takdirde bu tür kesin değerlendirmelere müsaade etmektedir.
İki meslektaşın belki de kendilerini geliştirmek amaçlı
gerçekleştirdiği bir kaç etkinliği en uygunsuz şekilde kuyruğundan yakalayıp bu
kategorideki tek kişilik ödüle aday göstermek gerçekten çok komik, çok amatörce ve tek
kelimeyle samimiyetsiz. Keşke piyanistlerden özür dilenseydi veya bu iki piyanistimiz yerinde bir tepki ile bu sevimsizliği bir şekilde önleselerdi diye
düşünüp durdum. Heyhat, mevcut müzik camiasının
belki de tehditkâr kurallarının bir kez daha devreye girmiş olduğu konusunda şüpheye düşmekten başka elden gelen bir şey yok. Diğer aday Gökhan Aybulus’un da konserlerde sıkça yer alan bir müzikçi
olduğunu ülkenin müzikal etkinlik akışını takip eden çoğu kişi bilir. Ancak
ödül organizasyonunda bireysel oda müzikçilerini kapsayacak bir alan (doğal
olarak) bulunmadığı için Aybulus’un yine aynı bilinçsiz zihniyetle bu
alana sıkıştırıldığını düşünüyorum. Seçici kurulun, yurt içinde veya dışında
aday gösterilebilecek onca piyanist arasından niçin sayın Aybulus’u seçerek
rahatsız etme girişiminde bulunduğuna anlam vermem mümkün değil. Bir diğer aday
ve yılın piyanisti ödülünü kucaklayan sayın Ayşe Deniz Gökçin’e gelince… Öncelikle bu yazımızın başlığına esin kaynağı olduğu için kendisine bir teşekkürü borç bilirim. Klasik Müzik Ödülleri başlığıyla
gerçekleştirilen bir etkinlikte, yılın piyanisti ödülünün, hafif müzik
çalışmalarıyla öne çıkan bir müzikçiye verildiğini anlamak, hangi akla hizmet
böyle bir gaflette bulunulduğunu kavrayabilmek adına, belki de seçici kurulun
müzikal kültürü idrak etme seviyesini irdelemek veya ölçmek gereklidir. Yılın
genç müzisyeni veya özel ödül gibi bir kategori dururken, çabasını ve
yaratıcılığını tamamen farklı alanlara yönlendirmiş kişileri aynı torbaya koyar
ve ödülü konunun başlığıyla bağlantısı en uzak olan kişiye, yani Gökçin’e,
hangi akla hizmet sunabilirsiniz anlamak gerçekten imkânsız. Hatta bilinçsizce ve
saygısızca diyebilirim. Burada, diğer iki (pardon, üç) adayı komik duruma düşürmüş
olduğunuzun da farkına varmışsınızdır. Bir hafif müzik projesinin klasik müzik ödülleri adı altında sunulan
bir etkinlikte solist ödülü alması, amatör liseler arası turnuvalarda bile
rastlanmayacak türden bir organizasyon başarısızlığıdır. Ayrıca belirtmem
gerekir ki, Gökçin’in bu yeni klasik
anlayışının pek de yeni olmadığını bazı kimselere hatırlatmak gereklidir. Zira
piyanoyu gerçek anlamda vurmalı bir saz olarak kullanmaya çalışıp, kalburüstü
aranje becerileriyle toplamda tümleşik bir dans kompozisyonu elde etmek
yenilikse eğer, bu uğurda ter döküp duran çok sayıda insan mevcut. Zamanında
Anjelika Akbar’a demediğini bırakmayan kimselerin bu çalışmayı abartılı şekilde
ayakta alkışladığını görmenin zaten yeterli olduğu kanısına varıp, konuyu
burada kapatmayı bir görev addederim (ki zavallı Akbar, piyanoyu haşince
tokatlamak yerine darbuka tokatlatmanın daha uygun olacağını düşünmüştü, bunu
da sevimsizce hatırlatayım).
Yılın Orkestra
Şefi: Yine adaylar hakkında
yazılmış ipe sapa gelmez açıklamar ile kör edildiğiniz bir başka kategori.
Orhun Orhon’un adaylığı için kullanılan “en
zor eserlerin bile net vuruşlarıyla üstesinden gelebilmesi” cümlesi
bilhassa dikkatimi çekti. Orkestra şefi, öncelikle bir müzisyen olarak, en zor
eserlerin üstesinden net vuruşlarıyla değil; başta müzik birikimi, ardından bu
birikimi doğru şekilde aktarabilmesi (insan yönetimindeki becerisi) ve en son
olarak teknik becerisiyle gelir. Trafikte kaza yapmamanızı sağlayan şey, önce
kuralları bilmek, sonrasında da bu kuralları düzgün şekilde uygulayabilmektir.
Onca hevesli müzisyenin karşısında trafik canavarı değil, trafik polisi olmak
zorundasınız (nedense bu konu gündeme geldiğinde aklıma her daim otomobiller
ile ilgili misaller gelmekte, mazur görünüz). Bir diğer aday Alparslan
Ertüngealp için yazılan aday açıklaması, bu basın metni rezaletindeki tek
düzgün iş olmuş denebilir...di. Kaldı ki bu tek düzgün işi de biz takdir etme fırsatı
bulamadan, metrelerce diplerdeki o genel seviyeye çekivermişler. Yiğit Kolat
için söylediklerimi tekrarlamak istemiyorum ancak Ertüngealp’in bu toprakların
çıkarmış olduğu belki de en başarılı ve becerikli orkestra şefi olduğunu
söylemek son derece magazinsel duyulsa
da, icra ettiği ustalıklı işlere tanık olan kimselerin bu cümleleri
yadırgayacağını düşünmüyorum. Son aday Cem Mansur ise yılın müzik eğitimcisi
ödülünü alması gereken bir müzikçimizdir benim gözümde. Gençler ile kol kola
yarattığı başarılı etkinlikler ve yıllardır muhteşem bir uyumla sürdürdüğü
hevesli gençlik orkestrası ambiyansı, ülkemiz için son derece önemli ve
takdirlerin en büyüğünü hak ediyor. Birçok müzik okulu ve konservatuvarın onca
yıl başarmaktan aciz kalıp, tam da aksine gençlerimizde nefret dolu bir algı yaratmayı
başarabildikleri şu müzisyenlere müziği
sevdirerek müzik yaptırma misyonunu başarı ile yerine getirdiğini
düşünüyorum sayın Mansur’un, sırf bu yüzden kendilerini içtenlikle kutlarım.
Ama bu kategori, yılın müzik eğitimcisi veya sevimli bir teşvik ödülü değil, yılın
orkestra şefi başlığını taşıyor. Eğer müzikal beceri, profesyonellik, tecrübe
ve bilgi konusunda bir karşılaştırma yapacaksak, bu kategoride diğer iki adayla
doğal olarak karşılaştırılamayacak düzeyde tek bir adayın yer aldığı aşikardır.
Basit bir soru karşısında paniğe kapılıp dinleyicisini bir takım referanslar ile
küstahca cahil yerine koymaya yeltenen orkestra yöneticilerinin hiç de tecrübeli
olmadığı; gençlik orkestrası diye gösterilen topluluğun içerisinde gençlerden
çok yaşı geçkin müzikçilerin yer almasını sağlayıp gençleri dinleyici tarafına
oturtmak(?) gibi sebebi belirsiz ve anlamsız bir uygulama yürüten orkestra
yöneticilerinin de hiç ama hiç profesyonel olmadığı kesindir. Küçücük bir orkestra
eserinin prömiyeri söz konusu olunca “Eyvah!”
demekten utanmayıp, dinleyicilerini ve meslektaşlarını aşağılamakta
sakınca görmeyen onca sözde orkestra yöneticisinin yıllar yılı yaşamış olduğu bu
toprakların, gün gelip yeni yazılmış bir operanın prömiyerini gencecik yaşında
başarıyla sahneleyen yetenekli şefleri de takdir edeceği günü göreceğimize
inanıyorum. Zavallı Donizetti
Paşa'yı bilemiyorum ama hiç olmazsa Mitropoulos’un kemiklerinin sızlamadığına eminim.
Özel Başarı Ödülü:
Seçme ve değerlendirme aşamasındaki
bu yüksek seviyeli bilinçsizliği toparlayacak tek kategori buydu. Bu kategoride
birden fazla ödül (bilhassa bahsetmiş olduğumuz bazı müzikçilerimize) verilmiş olsa,
kim bilir belki de bu yazıyı yazmayı düşünmeyecektim bile. Ama bu cankurtaran
simidinin nasıl akıl almaz şekilde patlatıldığını, ödülün İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'na verilmesiyle
görmüş olduk. Ödülün, ülkemizdeki bütün devlet orkestraları arasında
performansıyla, tını kalitesiyle ve müzikseverliğiyle
belki de en zayıf halkası olan İDSO’ya hangi amaçla ve hangi düşünceyle
verildiğini açıkçası hiç merak etmedim. Edemedim, çünkü hemen hemen her
kategori o kadar bilinçsizce ve amatörce organize edilmişti ki, bilhassa bu ödülle ilgili ufacık bir yorum
bile yapamıyorum. Tek üzüldüğüm şey, bu enkazı temizlemeye
birazcık yardımı dokunabilecek yegâne şeyin, yani tek serbest ödül
kategorisinin bu şekilde harcanmasıydı. İDSO’ya söylediklerim
için, hemen aklınıza giydiği renk renk fularlarıyla seçkinlik ve sanatseverlik saçarak şu malum gazetede tuhaf yazılar
yazmakta olan çok sevgili yarı spor - yarı aktüel köşe yazarımız gelmesin. Benim için son derece ilginç geçen ödül töreni için ise söyleyecek tek bir şey var; o da değerli Tuncay Kurtoğlu'nun izlediğim en iyi performansını gerçekleştirdiği gerçeğidir (elinde cımbız olan aklı evvel heveslileri de uyarayım ki sevap olsun, ironi yapmıyorum).
Sanatsal estetik algımızın ve değerlendirme becerilerimizin geldiği noktayı görüp, gerçekçi bir değerlendirme yapabilmekten yoksunsanız eğer, diyecek tek bir kelime bile yoktur. Ancak hakkını verecek şekilde gerçekçi bir değerlendirme yapmam gerekirse, inandığınız değerlere yarar değil zarar vermektesiniz, uyarayım. Hatırlayınız; birçok müziksever ve sanatçı, zamanında alanındaki en saygın sanatçılardan merhum Zeki Müren'i ve Yıldırım Gürses'i Klasik Sanat Musikisi'ni yozlaştırdığı ve arabesk müziğin önünü açtığı gerekçesiyle eleştirmiş, suçlamıştı. Bu tartışma hala devam etmektedir. Sorarım sizlere; şu bilinçsizlikle ödül ve prestij dağıtılmaya devam edildiği sürece, elimizde müzik sanatı adına yozlaşmamış ne kalacak? Bir klasik müzik etkinliğinde hafif müziğe solistlik ödülü vermek; sunduğu çalışmaların kalitesi belli olan kişiler arasında kalite ayrımı yapmaksızın hepsini aynı kefeye koyup gerçek estetik değerlendirmenin sınırlarını belirsizleştirerek, bunun doğru olduğuna insanları hatta müzikçileri sırf magazinsel kaygılar yüzünden ikna etmeye çabalamak... Sanılanın aksine, yozlaşma her daim en üst kademelerden başlar ve temele doğru iner. Umarım yanılıyorumdur. Bu konuyu kişisel hırslarımızdan arınarak, ciddi şekilde düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Sanatsal estetik algımızın ve değerlendirme becerilerimizin geldiği noktayı görüp, gerçekçi bir değerlendirme yapabilmekten yoksunsanız eğer, diyecek tek bir kelime bile yoktur. Ancak hakkını verecek şekilde gerçekçi bir değerlendirme yapmam gerekirse, inandığınız değerlere yarar değil zarar vermektesiniz, uyarayım. Hatırlayınız; birçok müziksever ve sanatçı, zamanında alanındaki en saygın sanatçılardan merhum Zeki Müren'i ve Yıldırım Gürses'i Klasik Sanat Musikisi'ni yozlaştırdığı ve arabesk müziğin önünü açtığı gerekçesiyle eleştirmiş, suçlamıştı. Bu tartışma hala devam etmektedir. Sorarım sizlere; şu bilinçsizlikle ödül ve prestij dağıtılmaya devam edildiği sürece, elimizde müzik sanatı adına yozlaşmamış ne kalacak? Bir klasik müzik etkinliğinde hafif müziğe solistlik ödülü vermek; sunduğu çalışmaların kalitesi belli olan kişiler arasında kalite ayrımı yapmaksızın hepsini aynı kefeye koyup gerçek estetik değerlendirmenin sınırlarını belirsizleştirerek, bunun doğru olduğuna insanları hatta müzikçileri sırf magazinsel kaygılar yüzünden ikna etmeye çabalamak... Sanılanın aksine, yozlaşma her daim en üst kademelerden başlar ve temele doğru iner. Umarım yanılıyorumdur. Bu konuyu kişisel hırslarımızdan arınarak, ciddi şekilde düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Siz değerli okuyuculardan bir çoğu, bu noktaya kadar maalesef öfkeden
pembeleşmiş gözlerle ulaştı, bunun farkındayım. Ancak daha önce de defalarca
belirtmiş olduğum gibi, sanatçı kişi kendisine yöneltilen her tür eleştiriye
karşı tarafsız kalabilmeli ve cesur olmalıdır. Bilhassa müzik eleştirisi yapan insanların
amacı aşağılamak değil, yanlışları ve gerçekleri söylemektir. Eleştirmen, eğer
söz konusu yanlışlar ilaç tedavisini gerektirecek derecedeyse yapıcı bir üslup
kullanılabilir. Ama her yana yayılmış kötü huylu dokulardan bahsediyorsak,
cerrahi müdahale şarttır. Bu bağlamda asıl sorgulanması gereken mesele, kimlerin ödülü hak edip etmediği değil, bu bilinçsizliği en saygın ve
prestijli ödüller alt başlığıyla kotarmaya çalışan kişilerin saygı ve
prestij dediğimiz değerleri gerçekten temsil edip etmedikleridir. Bana göstereceğiniz tepkiler için
şimdiden son derece müteşekkirim, ancak bu tepkileri tekrar uzun bir yazı yazmama
sebebiyet veren bilinçsiz ve samimiyetsiz algıya yöneltmeniz,
ülkemiz sanat yaşamı açısından çok daha yararlı olacaktır. Sonuçta aldığınız
ödüller sizleri daha iyi bir müzisyen yapmaya yetmez, sizi iyi bir müzisyen
yapan asıl şey müzikal cesaretiniz ve dünya görüşünüzdeki kararlılığınızdır; bunu da, edindiğiniz bilgi birikimini doğru şekilde yorumlayarak başarabilirsiniz. Bu
duruşunuz, zaman zaman komik ve utanç verici hatalar yapan kimi seçici kurullara da
elbet yol gösterecektir; hatta onların aday gösterdiklerine ve ödül alanlara...
Alınmak gücenmek yok değerli arkadaşlar; edindiğiniz
kültürü ve bilgiyi doğru kullanmak zorundasınız. Sizler sanatçısınız,
silkinerek kendinize geliniz lütfen.
Eklemeden geçemeyeceğim; basın açıklamasında “Bu yıl bale-dans dalına yer vermeyişimizin
nedeni, dünyada da genellikle bu dalın, klasik müzikten ayrı bir
değerlendirmeye tâbi tutulmasından kaynaklanıyor” cümlesine yer verilmiş.
Hafif müzik alanındaki tasnifin de klasik müzikten ayrı bir
değerlendirmeye tabi tutulduğunu belirtmek ve hatırlatmak isterim.
Merhum Giuseppe Donizetti'yi (1788-1856) saygıyla anmadan bu yazıyı bitirmek olmaz. Batılı anlamdaki müzik başöğretmenimiz Donizetti ve Batı teknikli müzik tarihimiz ile ilgili yazılmış birçok kaliteli Türkçe kaynağı taramanız ve bu önemli kişilik hakkında bilgi edinmeniz dileğiyle, siz değerli sanatseverlere güzel ve huzurlu bir hafta diliyorum…
Esen kalınız!