Çok değerli ve sevgili okuyucular,
Kendimi tanıtmaktan
ömrüm boyunca haz etmemişimdir. Ancak kendi düşüncelerimi yazmayı hep
sevmişimdir, fikir üretmenin sadece mental değil, aynı zamanda fiziksel bir
eylem olduğunu düşünmüşümdür. Bu sebeple değerli iznini kendimi tanıtmak
amacıyla değil, düşüncelerimi sizlere aktarabilmek amacıyla rica edeceğim, beni
mazur görünüz.
Sanatı yücelten,
kalkındıran, gerçek değerini kazandıran unsur, hiç şüphesiz eleştiridir.
Eleştiri, bir varlığa değer vermek, onu benimsemek ve olumlu veya olumsuz tüm
yanları ile yaşamın içerisine katmak demektir. Sanatların belki de en yücesi
müzik için, eleştirinin ne tür bir can suyu olduğunu tartışmak bile lüzumsuz.
Lakin ülkemizdeki
müzik eleştirisi konusuna gelindiğinde, boğazıma bir düğüm oturur hep. Bu
konuda Avrupa veya Amerika’daki türden bir geleneğe sahip olmadığımızı bilmekteyiz. Değerli
fikir adamı ve entelektüelimiz, merhum Faruk Güvenç’ten sonra onun yükselttiği
kalite ve verim seviyesini hakkıyla taşıyacak kimse çıkmadığına hep birlikte şahit
olduk, dost olup acı söylemek gerekli... Ayrıca, değerli bestecilerimiz ve
solistlerimizin zaman zaman yayınladığı yazılar ve bu değerli sanatçılarımızla yapılan
söyleşilerden farklı olarak, yakın zamana dek sürekli anlamda eleştiri
kaynağına ulaşma şansımızın pek yüksek olduğu da söylenemezdi. Son yıllarda bu
alandaki hareketlenme, bizi belki de en mutlu etmesi gereken unsur. Ancak
günümüzün en büyük problemi olan bilgi kirliliği, en çok da sanat eleştirisini
vurmuş durumda. Herhangi bir eser veya icra hakkında rafine bir bilgi ve yoruma
ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğunu rahatça söyleyebilirim.
Eleştiri kelimesini
her daim negatif anlamıyla değerlendiren insanlarız maalesef. Aslında eleştiri
dediğimizde, iki tarafı da keskin bir bıçaktan bahsettiğimizi fark etmiyoruz.
Bu bıçağın bir tarafında olumlu ve olumsuz değerlendirme, diğer tarafında da iyi ve kötü kalite yatmakta. Olumlu veya olumsuz, bir eleştiriden çıkarılacak
bir ders her zaman vardır, olmalıdır. Ancak bir eleştiriyi yararlı ve değerli
kılan, olumlu veya olumsuz olması değil, sunduğu değerlendirmenin kalitesidir.
Müzik tarihine baktığımızda, ‘iyi ve olumsuz’ eleştirilerin birçok bestecinin
yaratıcılığını baştan sona değiştirdiğini görebiliriz -Brahms ve Mahler
ilişkisi bu bahse harika bir örnektir kanımca-. İyi ve olumlu eleştiriyi ise
her kulak duymak ister, arzular. Fakat bilgisizlik, kültürsüzlük, yanlış
öğrenme ve önyargılar, bir eleştirinin kalitesini yok etmeye yeterlidir. Bir
eleştiri kötü yazılmışsa, olumlu veya olumsuz olması fark etmeksizin,
eleştirilen değere büyük zararlar verebilir.
Ülkemizde yayınlanan
müzik eleştiri yazılarını da mümkün olduğunca takip etmeye çabalıyorum; kimi
eleştirmenlerimiz dergilerdeki köşelerinde, kimileri gazetelerin son derece
özensiz kültür-sanat eklerinde, kimileri ise kendilerine ait internet siteleri
ve bloglarında yazmaya devam ediyorlar, çabalıyorlar. Bu çaba ki en takdir
edilesidir, lakin bu emekçi insanlarımızın tek bir ortak noktası vardır: müzik
kültürlerinin zayıf olması.
Bir çevirmeni yetkin
yapan, çeviri yaptığı dile olan hâkimiyetinden çok, kendi diline olan
hâkimiyetidir. Kendi dilini özümsememişse ve kullanmayı bilmiyorsa, çeviri
yapacağı dilde ne kadar bilgili olursa olsun düzgün bir anlatım sunamaz,
çevirdiği o eseri hakkıyla aktaramaz. Eleştirmen için gerekli olan ise genel
kültürdür; çok okumak ve yazmak başka, çok kültürlü olmak farklı şeylerdir.
Eğer yorumlama becerisinden yoksunsanız, dünyanın tüm kitaplarını okuyup
ezberleseniz de nafile… Sanat yorum gerektirir. Bu bağlamda en fazla eleştiriye
ihtiyacı olan kişi de, eleştirmenin kendisidir. Bu olgunun eksikliği sanat
yaşamına zarar vermekten başka bir iş görmez.
Bu sözlerimin yanlış
anlaşılmaması gerekli, bu bir itham değildir, gerçeği söylemektir. Fransız
edebiyatına hakkıyla hâkim olmak muhteşem bir meziyettir ancak sağlam bir müzik
kültürü farklı öğeler gerektirir; bu öğelerin başında da sanıldığı gibi nota
bilmek veya müzik icra edebilmek gelmez. Aksine, son derece geniş ve oturmuş
bir müzikal kültür, bilgi ve bu bağlamda gelişmiş bir sözlü/yazılı yorum
kabiliyeti gerekir. Bestecilerle ilgili biyografiler yazmak, kurumlarla ilgili
araştırmalar yapmak, kaliteli bir gazeteciliğin göstergeleridir belki, ancak
seçkin bir müzik eleştirisinin göstergesi olamaz, olmamalıdır da.
Birkaç küçük örnek
sunmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Görüldüğü üzere ülkemizde yayınlanan
müzik icrasına yönelik eleştirilerin, yoğun olarak entonasyon ve ses kalitesi çerçevesinde
ele alınması dikkati çekiyor. Bu eleştirilerin son derece basit bir formatı
var: icracının geçmişi, öğretmenleri, o konser için ne giydiği, o konserlere
kimlerin geldiği ve biraz da eser ile ilgili ciddi referanslardan sağlaması
yapılmamış eksik bilgiler, bir eleştiri yazısının yüzde doksanını oluşturuyor
diyebiliriz. “Pasajları/cümleleri tertemiz seslendirdi” cümlesi, en sık
rastladığımız kelime öbeği olarak öne çıkıyor. İcrada beğendiğiniz yerlere
“duyarlıklı”, hızlı ve kazasız pasajlara da “tertemiz” ibaresi eklediğiniz an,
bu eleştiri algoritmasını çözmüş oluyorsunuz zaten. Şüphesizdir ki temiz bir
entonasyon, kaliteli bir icranın önemli yapı taşlarındandır. Ancak büyük bir
konçertoyu veya sonatı sadece bu bağlamda değerlendirirseniz, üniversitelerin
enstitü düzeyinde eğitim veren müzik bölümlerinin performans analizi
derslerindeki gibi icracının kaç adet notayı pis bastığına dair kayıt tutmanız
gerekir. Hata sayısının eserdeki toplam nota sayısına olan oranını da buldunuz
mu işi bilimsel(!) çerçeveye bir güzel sokmuş olursunuz. Bu bahsini ettiğim,
sadece ufak bir detay. Eleştiriler bazen de “moda” tarafına kayıyor;
“Solistimiz, açık mavi gömleğin altına giydiği gül desenli pantolonuyla oldukça
hoş bir kıyafet kombinasyonu yaratıp izleyici karşısına çıktı” gibi cümleler de
ayrı bir güzel... Ancak yanlış hatırlamıyorsam bir müzik yazısı okuyor olmamız
gerekmiyor muydu bizim? Rica ediyorum, “müzik icrasının görsel tarafı da
önemlidir” savını destekleyen tartışmalara girmeyelim. Büyük üstat Friedrich
Gulda’nın efsanevi konser ve kayıtlarını üzerinde hangi kıyafetlerle
gerçekleştirdiğini emin olun bilmek istemezsiniz.
Peki, bir eserin
icrası bu şekilde mi ele alınmalıdır? Daha doğrusu şöyle sorayım: söz konusu
eserin ne olduğundan bile bihaber iseniz, icranın bütünlüğüyle ilgili neler
söyleyebilirsiniz? İşte tam bu noktada birikim devreye girer; bu kültür birikimi,
insani erdem ile yoğurulmuş bir değer olmalıdır.
Ciddi şekilde
üzülmekteyim. Bu üzüntümün bir başka sebebi de eleştirel materyallerde sürekli
olarak trajikomik hatalara denk geliyor olmam. Yine örnek göstermeden
geçemeyeceğim: Şefik Kahramankaptan beyefendi, oldukça güzel hazırlanmış olan
kültür-sanat portalındaki bir yazısında Bach’ın re minör partitası’ndan bahsediyor,
eserin bölümlerinden birinin ismini giege olarak yazmış. Gigue olmasın o?
Giga da olabilir, bu güzel halk dansının Avrupa dillerinde birçok yazım şekli
var ancak giege onlardan biri değil. Bu tür basit hatalar, bir cerrahın dikiş
atmayı, bir hemşirenin ise pansuman yapmayı hiç bilmemesine benziyor.
Beyefendinin yazılarının uzun yıllardır takipçisi olduğum için, maalesef bu
hatanın basit bir yazım yanlışı olmadığını da biliyorum. Kendisine partita’nın
ne olduğu ile ilgili bir soru sorsanız, nasıl bir cevap vereceğini üzülerek
tahmin edebiliyorum. Yine aynı portalda yazan bir başka eleştirmenimiz, Mehmet
Sungur ise, Mozart’ın müziği hakkındaki bir yazısında “Aldatan Kolaylık” gibi
bir alt başlık kullanmış. Bestecinin müzik yazısının sade ve kolay
göründüğünden bahsetmesi bile, müzik yazısı hakkındaki bilgilerinin ne denli
yetersiz olduğunun bir kanıtı maalesef. On altılık notadan daha büyük bir değer
kullanılmazsa yazı sade mi olmuş olur? Yoksa yazar, burada sadece görsellikten
mi bahsetmekte? Bir yazıyı kolay yapan veya çetrefilli hale getiren unsurlar
nelerdir? “Daha dün annemizin…” sözleriyle başlayan güzide çocukluk şarkımızı
Do bemol majör tonunda ve otuz ikilik notalar kullanarak yazdığımız vakit, zor
bir yazı mı elde etmiş oluruz? İnsanın aklına onlarca soru geliveriyor. Sayın
Sungur’un kastettiği, söz konusu müzikal yazıdaki kolay ve sade tanımı
nedir, çok merak etmekteyim. Bir müzik eleştirmeninin bu tanımı kusursuz bir şekilde
yapması gerekir. Yazısında bir cümlesi daha var ilgimi çeken; orkestranın şefi
için “Nüanslar ve orkestra dengesi için doğru işler yaptı” diyor. Nedir o
işler? Bir okuyucunun en çok merak ettiği konu, o işin ‘güzel’ yapılmış olması
değil, nasıl ‘güzel’ yapıldığı değil midir?
Bir eleştirmen,
eleştirisine açıklık getirmek zorundadır. Gerçekleşen bir olayı duyurmak ve
bildirmek haberciliktir, bu olayı detaylarıyla inceleyip belli bir birikimi de
üzerine katarak yorumlamak ise eleştirmenin yapması gerekendir. Ayıplasam tesiri
yok, sussam gönül razı değil…
Ancak Dmitri Şostakoviç’in
güzel bir sözü var: “Sanat suskunluğu yok eder” diye. Susmamak gerekir, zaten
önemli olan hata yapmak da değildir; yapılan hatayı, bu yüksek kültüre yakışır
bir şekilde açık olarak düzeltmek ve okuyucuya değer verdiğini gösterip bu
yanlıştan ötürü özür dilemektir. Sonrasında ise, doğrusunu öğrenmektir. İşte
böylesine bir hareket, yukarıda bahsetmiş olduğum genel kültürün değerli bir
meyvesidir. Kitap okumakla, yıllarca gazetelerde yazmakla veya herhangi bir
edebiyat dalına hâkimiyetle elde edilemez. Erdem, bir insanın en önemli
hazinesidir. Bir tutamı bile, bir eleştiriyi yararlı ve değerli kılmaya yeter.
Siz değerli
okuyucuların vakitlerini naçizane örneklerim ve uzun cümlelerim ile yeterince
çaldığımı düşünüyorum, beni mazur görünüz. Sadece bir girizgâh yapmaktı amacım.
Bundan böyle, gitme şansına eriştiğim konserler, dinleme fırsatı bulduğum
eserler ve kayıtlarla ilgili düşüncelerimi ara ara sizlerle paylaşacağım. Bu
süre zarfında, sizlerle birlikte, ‘müzik eleştirisinin eleştirisi’ne eğilecek,
yanlışlarımızı, hatalarımızı hep beraber düzeltecek ve asıl ihtiyacımız olan rafine ve doğru bilgi’nin sağlıklı bir akışını sağlayacağız. Birbirimizden
öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki!
Hepinize tertemiz bir gökyüzü ve duyarlıklı bir hafta diliyorum…
Esen kalınız!
Her kelimesine, noktası virgülüne kadar katılıyorum!
YanıtlaSilSizin yaptığınız gibi yapıyor. İsmimi sizinle paylaşmıyorum. Eleştirilerinize olumlu anlamda katılmakla birlikte, isminizi gizleyerek eleştirmenizi doğru bulmadığımı bilmenizi istiyorum. Gizlenmek yerine yer yüzüne çıkın. Eleştirilerinizi gerçek kimliğinizle dile getirin ki diğerlerinden farkınızı anlayabilelim.
YanıtlaSil