28 Şubat 2016 Pazar

Eleştiri, Eleştirmenlik ve Sanattan Yansımayanlar...


Çok değerli ve sevgili okuyucular,

Kendimi tanıtmaktan ömrüm boyunca haz etmemişimdir. Ancak kendi düşüncelerimi yazmayı hep sevmişimdir, fikir üretmenin sadece mental değil, aynı zamanda fiziksel bir eylem olduğunu düşünmüşümdür. Bu sebeple değerli iznini kendimi tanıtmak amacıyla değil, düşüncelerimi sizlere aktarabilmek amacıyla rica edeceğim, beni mazur görünüz.

Sanatı yücelten, kalkındıran, gerçek değerini kazandıran unsur, hiç şüphesiz eleştiridir. Eleştiri, bir varlığa değer vermek, onu benimsemek ve olumlu veya olumsuz tüm yanları ile yaşamın içerisine katmak demektir. Sanatların belki de en yücesi müzik için, eleştirinin ne tür bir can suyu olduğunu tartışmak bile lüzumsuz.

Lakin ülkemizdeki müzik eleştirisi konusuna gelindiğinde, boğazıma bir düğüm oturur hep. Bu konuda Avrupa veya Amerika’daki türden bir geleneğe sahip olmadığımızı bilmekteyiz. Değerli fikir adamı ve entelektüelimiz, merhum Faruk Güvenç’ten sonra onun yükselttiği kalite ve verim seviyesini hakkıyla taşıyacak kimse çıkmadığına hep birlikte şahit olduk, dost olup acı söylemek gerekli... Ayrıca, değerli bestecilerimiz ve solistlerimizin zaman zaman yayınladığı yazılar ve bu değerli sanatçılarımızla yapılan söyleşilerden farklı olarak, yakın zamana dek sürekli anlamda eleştiri kaynağına ulaşma şansımızın pek yüksek olduğu da söylenemezdi. Son yıllarda bu alandaki hareketlenme, bizi belki de en mutlu etmesi gereken unsur. Ancak günümüzün en büyük problemi olan bilgi kirliliği, en çok da sanat eleştirisini vurmuş durumda. Herhangi bir eser veya icra hakkında rafine bir bilgi ve yoruma ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğunu rahatça söyleyebilirim.

Eleştiri kelimesini her daim negatif anlamıyla değerlendiren insanlarız maalesef. Aslında eleştiri dediğimizde, iki tarafı da keskin bir bıçaktan bahsettiğimizi fark etmiyoruz. Bu bıçağın bir tarafında olumlu ve olumsuz değerlendirme, diğer tarafında da iyi ve kötü kalite yatmakta. Olumlu veya olumsuz, bir eleştiriden çıkarılacak bir ders her zaman vardır, olmalıdır. Ancak bir eleştiriyi yararlı ve değerli kılan, olumlu veya olumsuz olması değil, sunduğu değerlendirmenin kalitesidir. Müzik tarihine baktığımızda, ‘iyi ve olumsuz’ eleştirilerin birçok bestecinin yaratıcılığını baştan sona değiştirdiğini görebiliriz -Brahms ve Mahler ilişkisi bu bahse harika bir örnektir kanımca-. İyi ve olumlu eleştiriyi ise her kulak duymak ister, arzular. Fakat bilgisizlik, kültürsüzlük, yanlış öğrenme ve önyargılar, bir eleştirinin kalitesini yok etmeye yeterlidir. Bir eleştiri kötü yazılmışsa, olumlu veya olumsuz olması fark etmeksizin, eleştirilen değere büyük zararlar verebilir.

Ülkemizde yayınlanan müzik eleştiri yazılarını da mümkün olduğunca takip etmeye çabalıyorum; kimi eleştirmenlerimiz dergilerdeki köşelerinde, kimileri gazetelerin son derece özensiz kültür-sanat eklerinde, kimileri ise kendilerine ait internet siteleri ve bloglarında yazmaya devam ediyorlar, çabalıyorlar. Bu çaba ki en takdir edilesidir, lakin bu emekçi insanlarımızın tek bir ortak noktası vardır: müzik kültürlerinin zayıf olması.

Bir çevirmeni yetkin yapan, çeviri yaptığı dile olan hâkimiyetinden çok, kendi diline olan hâkimiyetidir. Kendi dilini özümsememişse ve kullanmayı bilmiyorsa, çeviri yapacağı dilde ne kadar bilgili olursa olsun düzgün bir anlatım sunamaz, çevirdiği o eseri hakkıyla aktaramaz. Eleştirmen için gerekli olan ise genel kültürdür; çok okumak ve yazmak başka, çok kültürlü olmak farklı şeylerdir. Eğer yorumlama becerisinden yoksunsanız, dünyanın tüm kitaplarını okuyup ezberleseniz de nafile… Sanat yorum gerektirir. Bu bağlamda en fazla eleştiriye ihtiyacı olan kişi de, eleştirmenin kendisidir. Bu olgunun eksikliği sanat yaşamına zarar vermekten başka bir iş görmez.

Bu sözlerimin yanlış anlaşılmaması gerekli, bu bir itham değildir, gerçeği söylemektir. Fransız edebiyatına hakkıyla hâkim olmak muhteşem bir meziyettir ancak sağlam bir müzik kültürü farklı öğeler gerektirir; bu öğelerin başında da sanıldığı gibi nota bilmek veya müzik icra edebilmek gelmez. Aksine, son derece geniş ve oturmuş bir müzikal kültür, bilgi ve bu bağlamda gelişmiş bir sözlü/yazılı yorum kabiliyeti gerekir. Bestecilerle ilgili biyografiler yazmak, kurumlarla ilgili araştırmalar yapmak, kaliteli bir gazeteciliğin göstergeleridir belki, ancak seçkin bir müzik eleştirisinin göstergesi olamaz, olmamalıdır da.

Birkaç küçük örnek sunmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Görüldüğü üzere ülkemizde yayınlanan müzik icrasına yönelik eleştirilerin, yoğun olarak entonasyon ve ses kalitesi çerçevesinde ele alınması dikkati çekiyor. Bu eleştirilerin son derece basit bir formatı var: icracının geçmişi, öğretmenleri, o konser için ne giydiği, o konserlere kimlerin geldiği ve biraz da eser ile ilgili ciddi referanslardan sağlaması yapılmamış eksik bilgiler, bir eleştiri yazısının yüzde doksanını oluşturuyor diyebiliriz. “Pasajları/cümleleri tertemiz seslendirdi” cümlesi, en sık rastladığımız kelime öbeği olarak öne çıkıyor. İcrada beğendiğiniz yerlere “duyarlıklı”, hızlı ve kazasız pasajlara da “tertemiz” ibaresi eklediğiniz an, bu eleştiri algoritmasını çözmüş oluyorsunuz zaten. Şüphesizdir ki temiz bir entonasyon, kaliteli bir icranın önemli yapı taşlarındandır. Ancak büyük bir konçertoyu veya sonatı sadece bu bağlamda değerlendirirseniz, üniversitelerin enstitü düzeyinde eğitim veren müzik bölümlerinin performans analizi derslerindeki gibi icracının kaç adet notayı pis bastığına dair kayıt tutmanız gerekir. Hata sayısının eserdeki toplam nota sayısına olan oranını da buldunuz mu işi bilimsel(!) çerçeveye bir güzel sokmuş olursunuz. Bu bahsini ettiğim, sadece ufak bir detay. Eleştiriler bazen de “moda” tarafına kayıyor; “Solistimiz, açık mavi gömleğin altına giydiği gül desenli pantolonuyla oldukça hoş bir kıyafet kombinasyonu yaratıp izleyici karşısına çıktı” gibi cümleler de ayrı bir güzel... Ancak yanlış hatırlamıyorsam bir müzik yazısı okuyor olmamız gerekmiyor muydu bizim? Rica ediyorum, “müzik icrasının görsel tarafı da önemlidir” savını destekleyen tartışmalara girmeyelim. Büyük üstat Friedrich Gulda’nın efsanevi konser ve kayıtlarını üzerinde hangi kıyafetlerle gerçekleştirdiğini emin olun bilmek istemezsiniz.

Peki, bir eserin icrası bu şekilde mi ele alınmalıdır? Daha doğrusu şöyle sorayım: söz konusu eserin ne olduğundan bile bihaber iseniz, icranın bütünlüğüyle ilgili neler söyleyebilirsiniz? İşte tam bu noktada birikim devreye girer; bu kültür birikimi, insani erdem ile yoğurulmuş bir değer olmalıdır.

Ciddi şekilde üzülmekteyim. Bu üzüntümün bir başka sebebi de eleştirel materyallerde sürekli olarak trajikomik hatalara denk geliyor olmam. Yine örnek göstermeden geçemeyeceğim: Şefik Kahramankaptan beyefendi, oldukça güzel hazırlanmış olan kültür-sanat portalındaki bir yazısında Bach’ın re minör partitası’ndan bahsediyor, eserin bölümlerinden birinin ismini giege olarak yazmış. Gigue olmasın o? Giga da olabilir, bu güzel halk dansının Avrupa dillerinde birçok yazım şekli var ancak giege onlardan biri değil. Bu tür basit hatalar, bir cerrahın dikiş atmayı, bir hemşirenin ise pansuman yapmayı hiç bilmemesine benziyor. Beyefendinin yazılarının uzun yıllardır takipçisi olduğum için, maalesef bu hatanın basit bir yazım yanlışı olmadığını da biliyorum. Kendisine partita’nın ne olduğu ile ilgili bir soru sorsanız, nasıl bir cevap vereceğini üzülerek tahmin edebiliyorum. Yine aynı portalda yazan bir başka eleştirmenimiz, Mehmet Sungur ise, Mozart’ın müziği hakkındaki bir yazısında “Aldatan Kolaylık” gibi bir alt başlık kullanmış. Bestecinin müzik yazısının sade ve kolay göründüğünden bahsetmesi bile, müzik yazısı hakkındaki bilgilerinin ne denli yetersiz olduğunun bir kanıtı maalesef. On altılık notadan daha büyük bir değer kullanılmazsa yazı sade mi olmuş olur? Yoksa yazar, burada sadece görsellikten mi bahsetmekte? Bir yazıyı kolay yapan veya çetrefilli hale getiren unsurlar nelerdir? “Daha dün annemizin…” sözleriyle başlayan güzide çocukluk şarkımızı Do bemol majör tonunda ve otuz ikilik notalar kullanarak yazdığımız vakit, zor bir yazı mı elde etmiş oluruz? İnsanın aklına onlarca soru geliveriyor. Sayın Sungur’un kastettiği, söz konusu müzikal yazıdaki kolay ve sade tanımı nedir, çok merak etmekteyim. Bir müzik eleştirmeninin bu tanımı kusursuz bir şekilde yapması gerekir. Yazısında bir cümlesi daha var ilgimi çeken; orkestranın şefi için “Nüanslar ve orkestra dengesi için doğru işler yaptı” diyor. Nedir o işler? Bir okuyucunun en çok merak ettiği konu, o işin ‘güzel’ yapılmış olması değil, nasıl ‘güzel’ yapıldığı değil midir?

Bir eleştirmen, eleştirisine açıklık getirmek zorundadır. Gerçekleşen bir olayı duyurmak ve bildirmek haberciliktir, bu olayı detaylarıyla inceleyip belli bir birikimi de üzerine katarak yorumlamak ise eleştirmenin yapması gerekendir. Ayıplasam tesiri yok, sussam gönül razı değil…

Ancak Dmitri Şostakoviç’in güzel bir sözü var: “Sanat suskunluğu yok eder” diye. Susmamak gerekir, zaten önemli olan hata yapmak da değildir; yapılan hatayı, bu yüksek kültüre yakışır bir şekilde açık olarak düzeltmek ve okuyucuya değer verdiğini gösterip bu yanlıştan ötürü özür dilemektir. Sonrasında ise, doğrusunu öğrenmektir. İşte böylesine bir hareket, yukarıda bahsetmiş olduğum genel kültürün değerli bir meyvesidir. Kitap okumakla, yıllarca gazetelerde yazmakla veya herhangi bir edebiyat dalına hâkimiyetle elde edilemez. Erdem, bir insanın en önemli hazinesidir. Bir tutamı bile, bir eleştiriyi yararlı ve değerli kılmaya yeter.

Siz değerli okuyucuların vakitlerini naçizane örneklerim ve uzun cümlelerim ile yeterince çaldığımı düşünüyorum, beni mazur görünüz. Sadece bir girizgâh yapmaktı amacım. Bundan böyle, gitme şansına eriştiğim konserler, dinleme fırsatı bulduğum eserler ve kayıtlarla ilgili düşüncelerimi ara ara sizlerle paylaşacağım. Bu süre zarfında, sizlerle birlikte, ‘müzik eleştirisinin eleştirisi’ne eğilecek, yanlışlarımızı, hatalarımızı hep beraber düzeltecek ve asıl ihtiyacımız olan rafine ve doğru bilgi’nin sağlıklı bir akışını sağlayacağız. Birbirimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki!

Hepinize tertemiz bir gökyüzü ve duyarlıklı bir hafta diliyorum…

Esen kalınız!

2 yorum:

  1. Her kelimesine, noktası virgülüne kadar katılıyorum!

    YanıtlaSil
  2. Sizin yaptığınız gibi yapıyor. İsmimi sizinle paylaşmıyorum. Eleştirilerinize olumlu anlamda katılmakla birlikte, isminizi gizleyerek eleştirmenizi doğru bulmadığımı bilmenizi istiyorum. Gizlenmek yerine yer yüzüne çıkın. Eleştirilerinizi gerçek kimliğinizle dile getirin ki diğerlerinden farkınızı anlayabilelim.

    YanıtlaSil