12 Nisan 2016 Salı

Kehanetle Açılan Bir Festival ve Madalyonun Yansımayan Yüzü - II




Çok değerli sanatseverler,

Başlığın tanıdık geldiğinin farkındayım. Bu yazımın bir cevap yazısı olmadığını da belirtmem gerekir. Bu yazı, eleştiriye yapılan eleştirinin bir eleştirisidir. Cümlelerimi bu çerçevede ele almanızı istirham edeceğim. Yazacağım hiçbir cümlenin ve satırın sizleri kırmamasını umuyorum.

Öncelikle Kehanetle Açılan Bir Festival ve Madalyonun Yansımayan Yüzü başlığıyla yayınladığım bir önceki yazıma gösterdiğiniz ilginiz için müteşekkirim ve düşüncelerinizi bana açık açık aktarma nezaketini göstermeniz sebebiyle ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Kendi fikirlerimi yazma ve basit bir sitede yayınlama kararımın ne kadar doğru olduğunu ve aslında siz değerli müzisyen ve müzikseverlerin ülkemizin sanat yaşamını etkileyebilecek en ufak değişkenlere karşı ne denli titiz ve hassas olduğunuzu deneyimlemek, inanın ki beni duygulandırdı. Ancak son derece şaşırdığım birkaç noktayı sizlerle paylaşmayı bir görev addederim.

Öncelikle, amacım boş ve lüzumsuz bir tartışma yaratmak değildi. Hele ki o konserde görev alıp harika bir müzikal kalite sunan genç müzikçilerimizi üzmek hiç ama hiç değildi. En çok üzüldüğüm nokta, bazı genç müzisyen arkadaşlarımızın gücenmiş, kırılmış olması. Onur kırıcı bir cümle sarf ettiysem, tek bir sözcük ile olsa bile mutsuz ettiysem bundan hicap duyarım. Birçok arkadaşımdan ve siz sevgili okuyuculardan aldığım mesajlardan yola çıkarak tekrar belirtmek isterim ki; bu değerli müzik topluluğunun hiçbir üyesine hakaret etmek gibi bir amacım yoktur, olmamıştır ve asla da olmayacaktır. Bu tür yanlış anlaşılmaların beni gerçekten yorduğunu söylemem gerekli.

İkincil olarak şaşırdığım nokta ise, bana yöneltilen eleştiriler ile ilgili. Aslında bu konuda son derece mutlu ve mesudum, çoğu mantıklı eleştirilerdi, ancak hoşnut olmadığım birkaç nokta var. Müsaadenizle bunlardan bahsetmek isterim ancak bu yazımın bir cevap yazısı olmadığını unutmayan bir bilinç ile değerlendirmenizi arz ediyorum.

Genç bir sanatçı için örnekler sandığınızdan daha önemlidir. Besteci olsun, icracı olsun, ressam olsun; her bir sanat insanı, kendi yolunu çizip kendi dilini oluşturmadan önce, mutlaka kendinden önce gelen ve estetik olarak karakterine en yakın hissettiği bir başka sanatsal karakteri rol modeli olarak seçer ve onu taklit etmeye başlar. Estetik yaratım bilincine bu şekilde varır. Bu bağlamda, yetişen kişinin örnek alması için sunacağınız karakterler çok önemlidir. O akşam sahneye solist-şef niteliğiyle çıkan genç müzisyenimiz için verilen örneği eleştirme biçimimin belki de sıkıntılı olduğunu, sadece ve sadece söylemek istediğimi yeterince açık iletememiş olmam babında kabul edebilirim. Fakat benzetmeyi yanlış algıladığım sonucu çıkartılarak yorumlar yapılması ve söz konusu tartışmada yer alıp yorum yapan ancak yazıyı okumaya bile gerek görmeyen kişilerin yazdıkları -özellikle de "eleştirmen" saygıdeğer bir beyefendi ile karıştırıldığım yorum- beni çok güldürdü. Yazımda dikkat çekmek istediğim nokta, bu tür benzetmelerin insanları psikolojik olarak yanlış yönlendirebileceği ve yaratıcılıklarının belirli bir kerteden sonra –bilhassa da çıkar amacı güden bir takım oluşumlar tarafından- suiistimale açık hale gelebileceğiydi. Burada mesele Barenboim veya bir başka büyük müzisyen değildir, genç sanat insanlarımızın neleri örnek almaları gerektiğidir. Bir icracı, çaldığı eserin bestecisini ve yaratıcılığını örnek alıp özümsemediği sürece, karakter taklidi yapmaya mahkûm olur. Basit bir örnek verirsek: Neeme Jarvi çok meşhur ve usta bir orkestra şefidir, bilirsiniz. Onu örnek almanız daha etkin provalarla orkestrayı yönetmenizi sağlar belki, ancak yorumlama ve müzikal incelikler bakımından Jarvi’den değil, yönettiğiniz eserden feyz almanız gerekir. Bu sebeple yorumladığınız bestecinin dilini iyi bilmek önemlidir, gençlerimizin kendi dillerine hâkim olmalarının gerekliliği ise bu bağlamda belki de en önemli unsurdur. Yazılan cümlelerin yeterince dikkatli okunmaması ve yazılanların önceden yerleşmiş bir fikir akışı ile isteğe bağlı -ve hatta keyfi- yorumlanması tamamen okuyucuya ait bir takdirdir. Şoförü veya sürdüğü aracı değil, gittiği yolu örnek almanızdır asıl mesele. Genç müzisyenimizin tüm bu eleştiriyi yanlış anlaması, beni ciddi bir hayal kırıklığına uğratır; zira ilerlediği sağlam yolda emin adımlarla ilerlemesi gereklidir. Tek diyebileceğim budur, önceki yazımda da dediğim zaten bu olmuştur. Aksi takdirde genel geçer bir okuma alışkanlığı ve yeterli seviyede dikkat ile yaşadığımız bu yanlış anlama sıkıntılarının üstesinden rahat bir şekilde gelebiliriz.

Bu güzel orkestranın kurucu şefi beyefendinin bana uzun uzun yazma nezaketi gösterdiği eleştiri yazısı ise beni en çok mutlu eden gelişme oldu diyebilirim. Öncelikle kendisine buradan teşekkürlerimi sunmalıyım. Ancak bana herhangi bir CD’nin numarasını veya bir video barındırma sitesi bağlantısını vermesine hiç gerek yoktu, bu harekete hiç bir anlam veremediğimi söylemeliyim. Zira izleyip dinlememi talep ettiği kayıtlar elimde zaten mevcuttur ve memnuniyetle de dinlemişimdir. Festivalin açılış konseri ise, bu kaliteli orkestranın konserine ilk defa gidişim de değildir. Genç bir orkestra olarak –olması gerektiği gibi- bu ülkenin bestecilerine verdikleri önemin de farkındayım. Ben, bu konser sırasında veya sonrasında, orkestranın kurucu şefi beyefendinin sunulan programın bizzat hazırlayıcısı olduğundan -takdir edersiniz ki- doğal olarak habersizdim, bu sebeple kendisinin bu programa neden itiraz etmediğini sorgulamak amacıyla şahsına sormak gereklidir diyerek üstelemiştim. Neden bu eserleri çaldılar acaba? diye doğal olarak düşünmüş olmak ile birlikte, bunun sebeplerini araştırma gereği de ne yazık ki hissetmedim. Sebebi şudur: her zaman alışık olduğumuz mükemmel organizasyon politikaları, yöneticilerin çeşitli kaygı-kuşkuları ve ülkemiz bestecilerinin ürünlerinden ufacık bir örnek bile içermeyen tipik bir başka festival açılışı diyerekten hafif bozuk ve mutsuz şekilde evimin yolunu tuttum -bu sınıflamaya girmeyen festival açılışlarını bu konunun dışında tutuyorum-. Gözden kaçırdığım nokta da sanırım buradadır: Yeterince sorgulamamış olmak. Bu bağlamda sistemimizde ne kadar eski-yeni hata var ise –ki o hataları tartışacak yerimiz şimdilik burası değildir- bir bir aklımda dönüp durduğundan, değerlendirmemi de bu akış üzerine kurduğumu söyleyebilirsiniz. Tepki çeken nokta da, bu konudaki sivri üslubum oldu sanırım, yazıyı kaleme aldığımda bu değerli orkestranın kurucu şefi olan beyefendinin şahsına karşı bir saldırı veya saldırgan sorgu tavrı içerisinde olmak aklımın ucundan geçmemişken, nasıl böyle bir tavır ile karşılaştığımı anlamak, dediğim gibi, biraz şaşırtıcı oldu benim için. Lakin itiraf etmek gerekirse, yoğun bir sitem duygusu hissettiğim konusunda dürüst olmam gerek.

Zira takdir edersiniz ki, tek amacım; ilk yazımda da belirttiğim gibi, başta kendi eksiklerim olmak üzere hep birlikte açıklarımızı ve eksikliklerimizi gidermemiz amacıyla ortak bir çabaya girişmemizdi. Bu konuda müsterihim, beni bu yazı sonrası mutsuz edebilecek tek bir şey varsa, o da o sahnede çabalayan insanları üzmüş olma ihtimalimdir. Ben bir dinleyiciyim ve tek bir görevim var: hayır, sandığınız gibi dinlemek değil, sorgulamak. Görevimi yeterli seviyede icra etmediğimden kaynaklı olarak birçok insanı belki de üzüp kırmışımdır, varsa öyle bir hatam, tekrarlıyorum, affolsun. Bununla birlikte belirtmem gerekir ki,  yazılmış taze bir eseri dinleme şansını kaçırmış olmak da ayrıca üzdü beni. Fakat ufak sorular yine de kafamı kurcalamıyor değil: lojistik sıkıntılar nedeniyle bestecilerimizin herhangi bir eserini bu önemli açılışta -veya kapanışta da diyelim, eksik kalmasın- sunamamış olmak elbette anlayışla karşılanabilir, fakat Kalinnikov’un uzun ve geniş çaplı sayılabilecek eseri yerine Saygun’un Op.30 İkinci Senfoni’sini icra etmek ciddi anlamda zorlayıcı olacak mıydı? Ya da Mozart’ın güzide konçertosu yerine Betin Güneş’in veya Ekrem Zeki Ün’ün daha küçük topluluklar için yazmış olduğu Piyano Konçertoları, Nevit Kodallı’nın Ebru’su veya Cemal Erkin’in Konçertino’sunu seslendirmek imkânsız bir senaryo muydu? Genç müzisyenimiz, Mozart’a olan hâkimiyetiyle şu an aklıma gelip gelişigüzel sayıkladığım eserleri rahat bir biçimde yönetemez miydi? Bunu yaptığı an, kendisine örnek olarak gösterilen –veya örneği yakıştırılan- Barenboim’in icraatlarının bir adım ötesine geçerek hepimize –Barenboim dâhil- bu gencecik yaşında örnek olamaz mıydı? Barenboim -veya adı geçen diğer başarısız kehanet karakterleri-, bu gencimizn yaşında böyle bir prömiyere veya çağdaş esere, solist-şef olarak icra teşebbüsünde bulunmuş mudur acaba? Hem de ülkesinin önemli bir festivalinde? Mümkündür, -her ne kadar şiddetle karşı olsam da- ancak o zaman bu tür yakıştırmaları yapmanız, belki çok daha yerinde olacaktır. Belirteyim ki, tüm bu basit örnekler kendime sorduğum soruların birer sonucudur, cümlelerimi yanlış anlaşılmamak -ve her açıdan yorulmamak- adına bu denli uzatmış bulunuyorum.

Böyle bir senaryonun gerçekleşebilme ihtimali, sadece siz müzisyenlerimizin çabaları -ve elbette takdiri- ile oluşabilir. Ancak bu konuları sorgulamak ve sorular sormak, daha doğrusu merak etmek de bir dinleyici olarak benim takdirim olmalıdır. Bana cevap vermek ve hatta beni ciddiye almak gibi bir yükümlülüğünüz de yoktur; ancak bir müzisyen olarak, dinleyicilere -daha doğrusu halkınıza- karşı sorumluluklarınız vardır. Festival düzenlemek ve o festivalde yer almak ciddi bir iştir. Açıkçası, buradaki mesele ne sürüş kabiliyetidir ne de Rus veya Alman otomobili kullanmaktır. Sıkıntımız: önündeki yokuşu gören bir Alman’ın “bir araç yapıp engeli aşmalıyım” demesi, bizlerin de “bir Alman aracı alıp engeli aşmalıyım” dememizdir. Eleştirdiğim unsur kişiliğiniz veya uygulamalarınız değil, siz de dâhil her birimizin birer parçası olduğu bu kir tutmuş zihniyettir. Bu bağlamda ele aldığınızda da, gerçek anlamda yaratan bir bestecinin de oldukça talepkâr olması son derece normaldir, bu maalesef hiç birimiz için sunulacak bir bahane değildir. Talepkâr olmuyorlarsa eğer, bu durum, yaratma sanatının gelişmiyor olduğuna sağlam bir işarettir. Klasiklerin çalınmasına karşı olduğum gibi bir izlenim yaratılmasına da bu çerçevede itirazım olacak müsaadenizle; zira o eserlerin neden çalınması gerektiği, ancak söz konusu topluluklar içerisinde yer alan icracılar tarafından anlaşılabilecek teknik bir sorunsal değildir. Dinleyici bunun farkındadır, bu tür bir tavırdan vazgeçmenizi naçizane tavsiye ederim. Bu zaten evrensel bir prensiptir. Okuma yazma öğrenimi gibi uygulanması şart olan bir disiplindir, orkestra dediğimiz topluluğun organik ve öğrenen bir çalgı olduğunu bana bu hususta hatırlatma teşebbüsünüz bile beni yeterince şaşırtmaya yetmiştir. Zamanında, yönelttiğim benzer bir eleştiri için, çok değerli bir beyefendi tarafından yüzüme son derece kibarca(!) “Dinleyiciysen dinleyici gibi davran, al biletini, dinle, sonra da kalk evine git. Müziği profesyonellere bırak!” cevabı almışlığım vardır. Bu sorumsuzluğa tepkili olduğum için yazıyor ve fikirlerimi paylaşıyorum zaten, başka bir amacım veya maddi çıkarım bulunmamakta. Lakin bana o eski günleri hatırlatmanıza sebebiyet verdiğim için kendime kızdım, dürüst olayım. O sebeple, bu meseleyi burada bırakmamızı rica ediyorum. Sizi kırdıysam, üzdüysem ve hatta öfkelendirdiysem beni affediniz ancak sorgulama konusundaki naçizane takdiri de öfkeye ve alınganlığa yer bırakmadan lütfen bana bırakınız. Sorumluluklarınızı biliniz; dinleyicilerinize bir iki kelime açıklama yapmayı çok görmek ve bunu alışkanlık haline getirmek ne denli hatalıysa, bu söylediklerimden farklı çıkarım yapmayı bir alışkanlık haline getirmek de o denli hatalıdır. Öfkeyle ve alınganlıkla sanat icra etmeyiniz.

Ayrıca Saygun Filarmoni Korosu’ndan bahsettiğim kısımda ironi yaparak alay ettiğim gibi bir kanıya varılmış. Bu başarılı topluluğun uzun yıllardır dinlediğim en kaliteli tınıya sahip korolardan biri olduğunu söylemiştim. Böyle bir topluluğun varlığını birinci elden tanımış olmak beni bu denli mutlu edip heyecanlandırmışken, kaleme dökmüş olduğum fikirlerin bu yönde algılanması beni ciddi anlamda şaşırttı. Yazdığım yazıları yayınlamadan önce defalarca okumayı alışkanlık etmiş bir insan olarak, açıkçası bu duruma zerre kadar anlam veremedim. Özellikle çilekeş kelimesini kullanmam rahatsızlık yaratmış sanırım, şahsıma iletilen mesajlardan anladığım budur. Bu konuda yetenekli koro üyelerimizi ve genç şeflerimizi üzmekten hicap duyarım ancak böylesi tuhaf çıkarımları ne düşünerek yaptıklarını gerçekten bilemiyorum. Ama çilekeş kelimesini kullandığım ve koro ile ilgili yazdığım cümleler için asla özür dileyecek değilim; bu ülkede ciddi anlamda gayret gösteren hevesli bir koro şefinin neler çektiğini, yönettiği koronun üyesi bile tam olarak anlamayabiliyor maalesef. Ben ise şahsım adına sadece kuru kuruya empati yapmaktan öteye gidemem, kabul ediyorum ve etmeliyim de. Zira bir koronun parçası olarak müzik yapmanın zevki ve öğreticiliğini yaşamamış ve bir koroyu yönetmenin zorluğuyla yüzleşmemiş kişilerin kalkıp bu konuda böylesi talihsiz bir algı yaratmaları çok komik ve çok üzücü. Bir art niyetim olmadığını şu birkaç sayfalık yazıda belki de onuncu kez yinelemek zorunda kalmam ise, paha biçilemez.

Son olarak beni epey şaşırtan bir kısma daha değinmek isterim: birçok kişi, kimliğimi açıklamadığım ve adımı gizlediğim için etik davranmadığımı ve bir bakıma ahlaksızlık yaptığımı söylemiş. Hatta beni sosyal medya platformlarında en çirkin siyasi güdümler ile gündem yaratmaya çalışan, amacı zarar verip insanları yanlış yönlendirmekten başka işlevi olmayan soytarı bile diyemeyeceğim zararlı bir takım unsurlara benzetmeye kalkışacak kadar –umarım ki kötü bir niyet gütmeden- haddini aşmış. Merakınızı gidermek adına şunu söyleyeyim: adım Muzaffer’dir efendim, -toprakları bol olsun- sevgili annem ve babam ilk doğan çocuklarına bu ismi koymayı uygun görmüşler. Soyadıma, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarama, nüfus bilgilerimle birlikte iletişim kanallarımın bilgisine internetten ulaşabilirsiniz, zira aralarında bizlerin de bulunduğu elli milyon kadar seçmenin tüm bilgileri sızdırılmış durumda. Oradaki Muzaffer’lerden birisi benim. Yazdığım fikirlerden mi yoksa ismimin durumundan mı rahatsız olundu bilemeyeceğim, kaldı ki mahlas kullanarak yazmak eski bir gelenektir ve sebepleri tamamıyla özneldir. Aksi takdirde Sezai Karakoç’un, Mehmet Akif Ersoy’un veya Sait Faik Abasıyanık’ın hangi müstear(!) ve sakıncalı(!?) isimler ile yazılar yazdıklarını araştırdığınız takdirde, bu durumda ciddi bir ahlak yozlaşması olmadığını, gayet sıradan bir gelenek ve basit bir tercih olduğunu görürsünüz. Bu konuda biraz okuyup araştırmanızı, çirkin benzetmelerden de -statünüz, konumuz ve temsil ettiğiniz yüksek kültür adına- kaçınmanızı rica edeceğim. Takma isim arkasında insanlara hakaret eden, tehditler savuran, tahrik ve kışkırtmak gibi zarar vermeye yönelik eylemlerde bulunan kimseler için elbette ahlaki sorgulamalar yapılmalıdır. Mahlasa değil, mahlasın ürettiği içeriğin önemli olduğuna dikkatinizi çekmeyi bir görev addederim. Günümüz gazetecilerine gerçek isimleriyle belki de yalanları yazdıkları için kızdıktan sonra, takma soyad kullanarak fikirlerini beyan eden birisine çirkin yakıştırmalar yapmak kültür seviyenize yakışan bir hareket değildir. Şu konuda yazıyor olmak bile benim için zûldür. Saygısızlaşan ve sevimsiz yakıştırmasını yapmaya cüret edeceğim bir takım mesajlar atan değerli okuyucularımdan da rica edeceğim ki, lütfen çirkinleşmeyelim. Gün gelir, oturup yüz yüze keyifli ve uzun sohbetler gerçekleştiririz. Birbirimize karşı samimiyetle gülümseyebilecek yüzümüz olmalıdır, çünkü insanlık dediğimiz erdem, hele ki bir müzisyen için, müziğin de kariyerin de çok üzerindedir. Yazdıklarım munis ve alçakgönüllü olduğum için değil, tam aksine, insanlık adına bilgi ve erdem paylaşımı için çabaladığımdan ötürü naçizanedir.

Bir sonraki yazıma dek; birbirimizi düzgün okuyup anlamadan kırmamak, üzmemek ve gücendirmemek dileğiyle, esen kalınız.


Meraklısı için not: “İnternette bulabilirsiniz” dediysem sözün gelişidir, lütfen bilmediğiniz sitelere girip de güvensiz veritabanlarına bilgi vermekten kaçınınız, aman diyeyim. Saygılarımla...

1 yorum:

  1. Sizi anlayanlar da var emin olunuz... Ve okurken "ah" dedirten, nasıl böyle anlaşılmış dedirten yerler de olsa, bu tepkiler, bu yazıların ihtiyaç olduğunun biraz insanın içini sızlatan birer kanıtı... Ve lütfen biz, müzisyen olmayan ölümlülerin de okuyucunuz olduğunu, sanat içeren yazılara hasret kaldığımızı ve okuduğumuzu doğru anlama kabiliyetimiz olduğunu hatırlayıp, üzüldüğünüz vakit sevinin... Biliyorum bu sularda da yüzmek lazım ve zaten boğulmayacağınızı da biliyorum...

    YanıtlaSil